27 Haziran 2021 Pazar
péninsule
24 Haziran 2021 Perşembe
modern sanat ve ütü masası
bartleby ve şürekası ile muhteşem bir başlangıç yapan ama sonradan "ailemizin çağdaş ispanyol romancısı" unvanını javier marías'a kaptıran enrique vila-matas'ın şenlikli anlatısı kassel'de mantık aramak'ı okuduktan sonra modern sanat hakkındaki fikrim değişmedi -hâlâ hazzetmiyorum- ama anlaşılır bir modern sanat tanımına ulaştım.
modern sanat, sadece nesneler değildir. bir kısmını nesnenin görselliği bir diğer kısmını da bu görselliği açıklamaya ya da pekiştirmeye yeltenen konuşma, yorum veya yazıların oluşturduğu bir toplamdır.
*
mesela, bir ütü masası. salonun ortasında öylece duruyor.
son anda en sevdiği bluzu giymeye karar veren ama ütüden sonra ancak servise yetişecek vakti kaldığı için aceleyle evden çıkan bir kadın ya da haftanın maçlarından özet görüntüler başlayınca, bitsin öyle götürürüm, diyen ve sonrasında kendisini rahatsız etmediği için bırakın kaldırmayı, varlığını bile unutan bir ev erkeği olduğu gibi bırakmış olabilir.
ya da dekoratif bir unsur olarak oradadır. ama çirkin ve işlevsiz olduğu kesin. hatta bazı belediyelerin şehir girişlerine diktiği ve nereye geldiğimizi anlayalım diye yaptırdığı heykeller gibi rahatsızlık verici.
*
şimdi o salona birisi girsin. bu ütü masasının bir yerleştirme olduğunu düşünmesi ve bunun yapan sanatçının ne amaçlamış olabileceğini kendine ya da yöresindekilere açıklamaya çalışması ile olayın rengi değişecek. bu da salonun ortasında duran ütü masasını sanat eserine dönüştürecek.
hadi, biz de yapalım.
"sivil itaatsizlik nedir, derseniz, işte budur, derim. hem de en mükemmelinden. işi bittikten sonra ütü masasını aldığı yere bırakmayan birey, koşulların onu mecbur kıldığı dar çerçeveye isyan etmektedir. bu daha başlangıçtır ve yakında fişten çekilmemiş ütü de yerleştirmeye katılacak, bu isyanın marşı da vakti gelince yanan, vakti gelince sönen ısı sensörünün çıkardığı ses olacaktır."
"çağdaş insan teki ihtiyaçları için kullanmak üzere vaktini ve emeğini parayla değiştirirken hiçbir zaman ihtiyaçları kendisinin tanımladığını aklına getirmez. oysa yüksekliği ayarlanabilir bir ütü masası orta sehpası, fiskos hatta çekirdek aile ya da yalnız yaşayan bireyler için yemek masası bile olabilir. ama bu 'artistlik', plastik kola şişesinden kendisine ayakkabı icat eden fakir afrikalının mecburiyetiyle karıştırılmamalıdır."
"tolstoy, anna karenina'da bildik öykünün aksine bir çamaşırhanede çalışan güzel anna'nın hikâyesini anlatmış olsaydı, "bütün ütülü giysiler birbirine benzer, oysa ütüsüz giysilerin kırışıklıkları farklı farklıdır," diyerek başlardı. nasıl mutlu ailelerin, "mutlu bir aileydiler. öyle ki, görüp görebileceğiniz en mutlu aileydiler"den başka hikâyesi yoksa ütülü giysinin de "düzgün ütülenmişti"den başka hikâyesi olamaz. "ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim" mısrasını ütülü bir pantolon yazdırabilir mi hiç?"
*
belki de o salonun ve ütü masasının sahibi ya da o evin ütülerden sorumlu kişisi sadece tembeldir. o kadar tembeldir ki, "çocukların yediği ebeveynlerine yarar" sözünden yola çıkarak, çocukları hareket eden ebeveynlerin fazlalıklarından kurtulabileceği gibi boş bir inanca sahiptir.
ona bir dost tavsiyesi: yaz bitmeden o leopar desenli bikiniyi giymek gayretindeyse, sabahları ilk iş sirkeli suyunu içsin, sonra da adam gibi sporunu yapsın. ya da gelsin, her çarşamba yerel saatle on altıda tenis kortlarının oradaki atletizm pistinde çarpışalım.
22 Haziran 2021 Salı
bankalar
17 Haziran 2021 Perşembe
dakika ve skor
15 Haziran 2021 Salı
iz peşinde
13 Haziran 2021 Pazar
bir masada iki kişi: hiç ihtimal
11 Haziran 2021 Cuma
mcguffin
ya da macguffin...
enrique vila-matas'ın aradığımı bulamadığım ama zaman zaman beni çok güldüren "anlatı"sı... (iyi ki var bu kelime. yoksa, "roman" demeye dilimin varmadığı ama "deneme" de diyemediğim metinleri n'apar, nereye koyardım?)
ne diyordum? enrique vila-matas'ın aradığımı bulamadığım ama zaman zaman beni çok güldüren anlatısı kassel'de mantık aramak bir mcguffin denemesi* ve mcguffin'in ne olduğuna dair bir tartışma ile başlar. açıkcası ne olduğunu anlayamamış, anlayamayınca da, boşver, diyerek yoluma devam etmiştim. çok geçmeden bambaşka bir yer ve metinde, hem de "yalancı bahane" açıklamasıyla bir defa daha rastlayınca üzerine düşünmeden edemedim.
ne olduğunu ise ne olmadığından yola çıkarak anladım. umarım...
çehov'un "duvara asılı" ünlü "silah"ını duymuşsunuzdur: ilk bölümde, duvarda bir tüfek asılı, diyorsanız, ikinci veya üçüncü bölümde o silah patlamalıdır.
herkes bilir. edebi eserlerde yalınlıktan yana duran ve öyküyle doğrudan ilgisi olmayan ne varsa metinden atmayı tavsiye eden bu cümle zamanla kural olmuş, "eğer başta bir silah görünürse o silah daha sonra patlar" biçimine dönüşmüştür.
mcguffin ise tam tersi. duvarda asılı duran, belki görünce patlayacak ihtimalini zihnimize kaydettiğimiz ama patlamayan, hikâyenin sonunda varlığını zaten unutmuş olduğumuz için patlamadığını bile fark etmediğimiz silah. başka bir deyişle hikâye için önemliymiş gibi yapan ama öyle olmayan ayrıntı demek.
tıpkı, 'genellemeler' gibi. her insanın tek ve biricik olduğu bir gerçeklikte, sadece konuya girmeye yarar. evet, bunu daha önce demiştim.
ya da berlin'de başlayıp new york'ta nihayetlenen bir romanın berlin duvarı ile başlaması gibi.
oysa konunun duvarla ilgisi yoktur. her şey aşkla ve hayatı boyunca babasını özlemiş bir adamla ilgilidir.
*: "bir yazar ne denli avangardsa bu sıfatla anılmaya o denli itiraz edecektir," cümlesi bahsettiğim deneme. bir de, tam burada fark ettim ki, mcguffin bahsi bizzat mcguffin olabilir.
8 Haziran 2021 Salı
rövanş
klasik leyla ile mecnun hikâyesinden hareketle kemal sayar'ın leyla'ya bakışını ve yaklaşımını anlatınca, "o benim" demeye getirmiş, "acabasız sahiplendim" demişti.
şimdi burada olsa, onu yeşilçam dizisine götürür, yedinci bölümün başını izletirdim. sonra da, artık bir manasının kalmadığını bile bile, "al, bu da benim!" derdim.
*
çaresizim* eşliğinde akan görüntülerin peşi sıra ofise gelen semih, sigara dumanıyla dolu odasında elindeki fotoğrafa özlemle bakan hakan'ı görür. nihayet kendini dinleyecek birisini bulan hakan da konuşmaya başlar:
"aşıkmışım enişte... aşık olacak gibi olursam gözlerimi kapatıp beşe kadar sayıyordum. sonra oradan kaçıyordum. çok aşık olursam da olurum, diyordum. ders verilmiyormuş, ders alınıyormuş, enişte. aşık olmadım, diyordum. aşıkmışım meğer. meğer it gibi seviyormuşum aysel'i."
*:funda söylüyor.
6 Haziran 2021 Pazar
dakika ve skor
5 Haziran 2021 Cumartesi
suzan teyze
ali abi haklı çıkmıştı. sadece yuvalama değil bütün yemekler, masada yaptığımız sohbet, kısaca akşam çok güzeldi. ama o akşamın en güzel anı kızların suzan teyzeye yaşını sordukları andı. "mümkün değil, yetmiş iki!" dedik hep bir ağızdan. "hiç göstermiyorsunuz." üstelik cildi o kadar güzeldi ki.
suzan teyze, aldığı iltifattan memnun olmuş ama o iltifatı nereye koyacağını bilemeyenlere hep olduğu gibi hafifçe kızardı. mahçup bir edayla, "avrupa krem kullanıyorum. belki ondandır," deyiverdi. kutlu bir andı. unutmadım. ölene kadar da unutacağımı sanmam.
o akşamları bir çok defa tekrar ettik. suzan teyze ne zaman beni yalnız yakalasa bir sürü soru sordu. susmam gerekenleri sustum ama ne cevap verdimse doğrusunu verdim.
daha önce de söylemiştim; "mahalleden ilk taşınan ben oldum". ama her fırsatta geri döndüm. sadece artık hayalini kurduğu çatı katında yaşayan ali abiyi değil bir kaç sokak ötede oturan suzan teyzeyi de ziyaret ettim bu dönüşlerde. en son gördüğümde yatağa değilse de ev içine hapsolmuştu. abdest alırken düşmüş, sonrasında geçirdiği ameliyat hareketlerini kısıtlamıştı. üzüntümü ne kadar saklamaya çalışsam da, veda kucaklaşmasında kulağıma, "insanlara yük olmak çok zoruma gidiyor," deyince kendimi tutamadım.
bu akşam üzeri ali abi aradı. kitap okuyormuş, paylaşmak istemiş. peşi sıra oradan buradan konuştuk. laf arasında "annem öldü benim," dedi. yeni değilmiş. üzülmeyeyim diye söylememiş. zaten ne yapacakmışım ki? oysa sonuncusu bayramda olmak üzere son dönemde sık görüşmüştük. şimdi de ağzından kaçırmış, yoksa söylemezmiş. kurtulmuş, son dönemleri çok zor geçmiş suzan teyzenin.
"ama senin çok hoşuna gidecek bir şey oldu," dedi. "babamın mezarını açtık, onun yanına emanet ettik annemi. on dört şubattı. yıllar sonra sevgililer gününde kavuştular."
romantiğiz ya, "hoş olmuş," dedim.
ahmet güntan'ın bir röportajını okumuştum tam da. "beraber yazma" bağlamındaki soruya verdiği cevabın ve kollektif üretime yaklaşımının "aşk gibi" olduğunu düşünüyordum. fena hâlde aşka benziyordu. evet, bildiniz. çünkü romatiğim. ama şimdi bambaşka bir cevabı düşünüyorum.
"bir arkadaşınızla bütün gün beraber olduğunuzu düşünün. evde annesi ölmek üzere. o arkadaşınızın o gün başat anlatısı anne ölümüdür değil mi? ama o konuyu hiç konuşmazsınız. bir gözlükçüye girersiniz. orada tezgâhtar size gözlükler gösterir. çay ikram eder. çocuğunun bir okul sorunundan söz eder. oradan kemeraltı'nda yürürsünüz, kestane pazarı'nda bir kahve içersiniz. arkadaşınıza işinizdeki bir sorunu anlatırsınız. o sırada pazarın girişinde hayvan satan dükkânda bir kanarya şakımaya başlar. durup onu dinlersiniz. oraya kadar gelmişken bir aktara uğrar sığırkuyruğu var mı diye sorarsınız. aktarın önünde iki kişi para yüzünden bağırarak kavga eder. bir oğlan sevgilisini kendine çeker. bütün bunları izleyen üçüncü bir göz o günün başat anlatısı olan anne ölümünü belki bir iki noktada ancak yakalar, durumu ucundan kavrar, ama o anlatı orada çay bardaklarının, gözlüklerin, kahve fincanlarının, baharat kokularının arasında konuşulmasa da ağırlığınca durmaktadır."*
*:birikim, sayı:380, aralık- 2020.