birazdan javier marías'ın bin dokuz yüz seksen dokuzda yayınlanmış ama türk okurunu yeni bulan romanı tüm ruhlar'ın* ilk paragrafını okuyacaksınız.
bu ilk paragraf bile -çeviri oluşuna rağmen-, 'bir javier marías romanı'yla karşı karşıya olduğumuzu anlamaya yetiyor. ve başından bu yana belli bir tarzı olduğunu ve bunu koruduğunu, her yazar gibi onun da "her defasında aynı üst öyküye çalışan" öyküler yazdığını...
ama benim asıl hoşuma giden, zekasını ele veren bir oyunbazlıkla klasik uyarıyı romanına dahil etmesi oldu. yani, "adı geçen kişi ve kurumların gerçekle bir ilgisi yoktur," demeye çalıştığı yerler... kaldı ki, bu aynı zamanda, "yazan ile yazar'ı ya da anlatıcı ile anlatan'ı karıştırmayın" demektir.
hep olduğu gibi, "bazı itiraflar geri alındığında daha çok kesinlik kazanır," diyecek itirazcılar olacaktır. siz de haklısınız.
*
"Üçünden ikisi ben Oxford'dan ayrıldıktan sonra öldü ve bu bana, temelsiz bir inançla şöyle düşündürüyor: Belki de onları tanıma ve şimdi kendilerinden söz edebilme fırsatını vermek için benim gelmemi ve oradaki ikametimi tamamlamamı beklemişlerdi. O nedenle -yine boş bir inanç uyarınca- belki de onlardan söz etmek benim açımdan bir zorunluluktur. Kendileriyle ilişkim sona erinceye değin ölmediler. Eğer Oxford'da, onların yaşantılarında varlığını sürdürmüş olsaydım (yani gündelik yaşantılarında hâlâ var olsaydım), belki de bugün hâlâ hayatta olurlardı. Bu düşünce boş bir inancın sonucu olmakla kalmıyor, aynı zamanda kibirden doğuyor. Şu da var ki, onlardan söz etmek için kendimden, Oxford kentinde geçirdiğim süreden söz etmek durumundayım. Gerçi bu söylemin sahibi olan kişi orada bulunmuş olan kişi değil. Aynı kişiymiş gibi görünüyor, ama öyle değil. Eğer kendimi ben diye adlandırıyorsam ya da doğduğumdan beri birlikte olan ve bazılarının beni anmakta kullanacakları bir ad veriyorsam, ya da başkalarının bana atfedecekleri şeylerle örtüşen şeyler anlatıyorsam, ya da hem daha önce hem daha sonra başkalarının oturdukları, ama benim iki yıl süreyle işgal ettiğim eve benim evim diyorsam, bunun tek nedeni, kişinin farklı zamanlar ve farklı mekânlarda kendi kendisi olmayı sürdürmesine belleğinin yettiğini sanmışım değil, birinci şahıs olarak anlatmayı yeğlememdir. Burada gördüğü şeyleri ve başından geçenleri anlatan kişi onları görmüş ve yaşamış olan kişi değil, hatta onun uzantısı, gölgesi, mirasçısı, yerini sahiplenmiş olan biri değildir."
*:neyyire gül ışık çevirisi, yky
bu ilk paragraf bile -çeviri oluşuna rağmen-, 'bir javier marías romanı'yla karşı karşıya olduğumuzu anlamaya yetiyor. ve başından bu yana belli bir tarzı olduğunu ve bunu koruduğunu, her yazar gibi onun da "her defasında aynı üst öyküye çalışan" öyküler yazdığını...
ama benim asıl hoşuma giden, zekasını ele veren bir oyunbazlıkla klasik uyarıyı romanına dahil etmesi oldu. yani, "adı geçen kişi ve kurumların gerçekle bir ilgisi yoktur," demeye çalıştığı yerler... kaldı ki, bu aynı zamanda, "yazan ile yazar'ı ya da anlatıcı ile anlatan'ı karıştırmayın" demektir.
hep olduğu gibi, "bazı itiraflar geri alındığında daha çok kesinlik kazanır," diyecek itirazcılar olacaktır. siz de haklısınız.
*
"Üçünden ikisi ben Oxford'dan ayrıldıktan sonra öldü ve bu bana, temelsiz bir inançla şöyle düşündürüyor: Belki de onları tanıma ve şimdi kendilerinden söz edebilme fırsatını vermek için benim gelmemi ve oradaki ikametimi tamamlamamı beklemişlerdi. O nedenle -yine boş bir inanç uyarınca- belki de onlardan söz etmek benim açımdan bir zorunluluktur. Kendileriyle ilişkim sona erinceye değin ölmediler. Eğer Oxford'da, onların yaşantılarında varlığını sürdürmüş olsaydım (yani gündelik yaşantılarında hâlâ var olsaydım), belki de bugün hâlâ hayatta olurlardı. Bu düşünce boş bir inancın sonucu olmakla kalmıyor, aynı zamanda kibirden doğuyor. Şu da var ki, onlardan söz etmek için kendimden, Oxford kentinde geçirdiğim süreden söz etmek durumundayım. Gerçi bu söylemin sahibi olan kişi orada bulunmuş olan kişi değil. Aynı kişiymiş gibi görünüyor, ama öyle değil. Eğer kendimi ben diye adlandırıyorsam ya da doğduğumdan beri birlikte olan ve bazılarının beni anmakta kullanacakları bir ad veriyorsam, ya da başkalarının bana atfedecekleri şeylerle örtüşen şeyler anlatıyorsam, ya da hem daha önce hem daha sonra başkalarının oturdukları, ama benim iki yıl süreyle işgal ettiğim eve benim evim diyorsam, bunun tek nedeni, kişinin farklı zamanlar ve farklı mekânlarda kendi kendisi olmayı sürdürmesine belleğinin yettiğini sanmışım değil, birinci şahıs olarak anlatmayı yeğlememdir. Burada gördüğü şeyleri ve başından geçenleri anlatan kişi onları görmüş ve yaşamış olan kişi değil, hatta onun uzantısı, gölgesi, mirasçısı, yerini sahiplenmiş olan biri değildir."
*:neyyire gül ışık çevirisi, yky