çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:
- hatırlıyor musun? "o an gelirse, elden geldiğince soylu yüreklilikle unutalım birbirimizi," demiştim.
- ben de, "saçmalama," demiştim.
- sonra da eklemiştin: "daha iyilerine layıksın da dersin bana."
- daha iyilerine mi layığım?
- hayır. sadece bana layıksın. ama konu bu değil.
- ne peki?
- senden nefret ediyorum. bir defa daha haklı çıktığın için de daha çok nefret ediyorum.
*
ben de öyle. tek fark, bunu söylemenin bir işe yaramadığını biliyordum. belki, ayrılık acısının yerine koyabilirdiniz. hepsi bu.
- hatırlıyor musun? "o an gelirse, elden geldiğince soylu yüreklilikle unutalım birbirimizi," demiştim.
- ben de, "saçmalama," demiştim.
- sonra da eklemiştin: "daha iyilerine layıksın da dersin bana."
- daha iyilerine mi layığım?
- hayır. sadece bana layıksın. ama konu bu değil.
- ne peki?
- senden nefret ediyorum. bir defa daha haklı çıktığın için de daha çok nefret ediyorum.
*
ben de öyle. tek fark, bunu söylemenin bir işe yaramadığını biliyordum. belki, ayrılık acısının yerine koyabilirdiniz. hepsi bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder