31 Aralık 2015 Perşembe

yalnızca mutsuzlar yeni yılı kutlar

"yeni yıl" değil aslında. sadece duvarlardaki takvimlerin değişmesi.

yoksa, yıl eylülde başlar, yine orada biter. ilkokul birinci sınıf gözlerimize, o sınıfların duvarındaki mevsim şeridine inanmayacaksak kime inanacağız.

pardon!.. mutsuzlar demiştim değil mi? mutlu insan neyin farkındadır ki geçen zamanın, değişen yılın farkında olsun? belki, "mesut insanlar fotoğrafhanesi" camekanında yeri daha ortada olabilirdi.

ama mutsuz için öyle mi? yeni yaşında, müdürlük sınavını kazanınca, yazları sıcak ve kurak, kışları serin ve yağışlı deniz kenarı kasabasına taşınınca, mavi gömleğini giyince, karşısına çıkan ilk otomobilin plakası tek sayı olursa, radyoda o şarkı çalarsa bir sihirbaz parmağını şıklatmış, bir el alnına dokunmuş gibi evrende bir kırılma olacak, her şey değişecek, akış tersine, o geriye dönecek.

o yüzden yeni yılın gelişi, takvimlerin değişmesi önemli. çünkü mutsuz çok.

ve yeni yılda bir sihirbaz parmağını şıklatacak, bir el alnımıza dokunacak, o geriye dönecek.

29 Aralık 2015 Salı

göreceli güzellik

hiç şüphesiz her çağın kendine has bir ruhu, bir güzellik anlayışı var. bırakın yüz yıl öncesini, on yıl öncesinin ruhu bugünden başka, güzeli bugün artık güzel değil.

ama değişmeyen bir şey var:  "güzellik göreceli mi?" sorusu. bu soru, değişip duran güzellik anlayışına karşılık sadece on yıl önceki değil yüz yıl önceki yerinde mevziini terk etmeden duruyor.

istisnasız güzellik (kitapların mutlak güzellik dediği şey) söz konusu olduğunda bu sorunun cevabı, hiç tartışmasız, "hayır". tıpkı, türkan şoray'ın estetik görmemiş hâli gibi herkesin iman ettiği bir güzelliktir. ister sarışın ister esmer sevin, isterseniz yüzünde çiller uçuşan kızıllar, "bu kadar" bir çift gözü gölgeleyen upuzun kirpiklere, kalemle çizilmiş kaşlara, nar suyuna banıp çıkarılmış dudaklara, çıkık elmacık kemiklerine kayıtsız kalamazsınız.

bir de "tip" dediğimiz olay var. yani duygu ve düşüncelerimizin etkisiyle muhatabımızı "güzel" bulduğumuz durumlar. başka bir deyişle güzelliğin göreceli, cevabın "evet" olduğu durumlar. mesela, anneme göre bir kadının güzel olması için renkli gözlü ve beyaz tenli olması yeterlidir.

ben mi? dünyanın az önce ağlamış, yüzünü yıkayıp gelmiş ya da yağmurda ıslanmış bütün kadınlarına aşığım ben. ki onların kirpikleri ıslanmış, bir kaç tel saçı yanağına yapışmıştır.

24 Aralık 2015 Perşembe

okumak

* socrates -dergi olan değil. gelmiş geçmiş en yakışıklı futbolcu olan da değil- söylüyor:

"okumak güçtür; alışkanlıklara karşı durmayı gerektirir. dibi görünmeyen bir kuyuya düşmek yükseklikten ürkenlerin işidir gerçekte. okuyan bu gerçeğin ayırdında oldukça yencecik bir tüy gibi süzülür kuyudan içeriye. giz ya da düz, yazının görselliğini kırabilen okuduğunu anlar. anladığı algıladığıdır ki gerçeğin anlaşılamazlığıdır. sözcükler yazıldıklarında gerçek olmaktan çıkarlar. o yüzden yazılar çok anlamlıdır. yazan ve okuyan anlamda anlaşamadıkça yazılan okunsa da anlam yok kalacaktır."

21 Aralık 2015 Pazartesi

bilmiyorum diyebilmek

öğrenmek biraz zaman aldı belki ama sahip olduğumu sandığım -çünkü, insan en çok kendine meçhul. hâlâ ve daima.- ve sevdiğim özelliklerden biri de "bilmiyorum" diyebilmek.

tıpkı örnekte olduğu gibi.

*

- beni seviyor musun?

- evet.

- sonsuza kadar sevecek misin?

- bilmiyorum.

- benimle evlenecek misin?

- asla.

19 Aralık 2015 Cumartesi

night lights*

cazın devleri miles davis, john coltrane, "bird" charlie parker, ve hatta chet baker dururken en sevdiği cazcı gerry mulligan olan bir adamın müzik zevkine güvenir misiniz bilmem ama bu şarkıyı dinleyin derim. üstelik en sevdiğim caz parçasıdır.

mümkünse karanlıkta dinleyin. saat fark etmez. ama şehrin sesi azalmış, geriye sadece ışıkları kalmış olsun. ve gözlerini yıldızlar ışıldayan bir tavana açan, bir yandan yanında uzanan minik bedenin efes alışını dinleyen bir adam hayal edin. adam beyaz gömleği ve siyah kumaş pantolonuyla sessizce yataktan çıksın, çıplak ayaklarıyla geniş bir salonu aşıp tülsüz, perdesiz bir pencere kenarına gelsin. sigarasından ilk nefesi çektiğinde görünmez bir orkestra parçayı icra etmeye başlasın. adamın elinde sigara, camın ardında uzak evlerin ışıkları...

ben mi? hayatım boyunca ağzıma sigara sürmedim.

* gerry mulligan, night lights

17 Aralık 2015 Perşembe

"and a little rain/ never hurt no one"

ya da "biraz yağmur hiç kimseyi incitmez".

ya da "bir blogırın twitterla imtihanı".

*

burası bir çeşit taşra olduğu için her dergiye ya da fanzine ulaşmak mümkün değil. genç şiiri ve şairleri hem önemsediğim hem merak ettiğim için twiterda günümüz şiiri başlıklı sayfayı takibe aldım ve kurcalamaya başladım.

ve kemal sayar'ın hanesine yazılmış, "biraz yağmur hiç kimseyi incitmez" dizesini görünce de hemen itiraz ettim. rüknettin'in kalbi için kehanetler şiiri on beşinci babta "biraz yağmur kimseyi incitmez" olarak yer alan bu mısra, sonraki baskılarını bilemem ama şiirin içinde bulunduğu iki güneş arasında'nın ilk baskısında "tek" tırnak içinde yer alır.

tom waits'i dinleyen, üzerine yazan ve konuşan, muhtemelen bone machine(1992) albümündeki a little rain (for clyde) adlı şarkıdan haberdar olan kemal sayar, o nefis ifadeyi şiirine almış, kendisinin ya da dizgicinin ihmali sonucu her alıntı gibi "çifter çifter" olması gereken tırnaklar, "teker teker" olmuştur.

kitabı okumadım ama kemal sayar aynı dizeyi bir kitabına da isim yapmış.

bilgi kirliliğinden muzdarip bu iletişimsizlik çağında gerisini tahmin etmek zor değil.

*

(bundan sonrası vnf.nin adına yaraşır hareket etmesi ve söylenmedik söz kalmasın demesinden başka bir şey değildir.)

kemal sayar'ı hızır ve roza'dan bu yana bilirim. peşi sıra bir çocuk şapşallığıyla, "gözleriniz madam. gözlerinize bakıyorum da sanki bir yangın yeri. yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi,"* diyebilmek için nasıl da aşık olmak istemiştim anlatamam.

o sıralar genç şairleri daha çok önemsiyordum. bir gün yazabileceğime inanıyor, onların varlığından cesaret buluyordum galiba. izlenim ve dergâh dergilerinde yazı ve şiirlerine denk geldiğimi, hatta tom waits'i izlenim dergisinde korsan yayın'dan çıkan bir yağmur köpeği - tom waits kitabını anlatan yazısı üzerine tanıdığımı çok iyi hatırlıyorum. ve öykücü'nün iki güneş arasında'yı bin dokuz yüz doksan beş haziranında önüme fırlatışını... ki aldığım en güzel hediyelerden biridir.

hem o kitabı hem peşi sıra gelen otoyol uykusu'nu kaç kişiye hediye ettiğimi hatırlamıyorum bile. ama kemal sayar'ın yavaş yavaş büyüyen unvanlarını ve benim için son şiir kitabı olan ricat'ı iyi hatırlıyorum. kitabın sadece, "arkadaşlar burada buluştu ve kucaklaştı/ sonra her biri kendi yanlışı peşi sıra gitti" diyen iki dizesine tahammül edebilmiştim. o da, w.h. auden'dan alıntıydı.

ve her şey defteri-iki'ye, "kitabın adı isabet olmuş, şiirindeki gerilemeye işaret ediyor. bundan böyle şiir yazmayı bırakır ve hastalarından devşirdiği hikâyelerden kitaplar inşa eder." yazmıştım.

belki on yıldan fazla bir süredir yeni şiirini okumadım ama mesleki tecrübelerini yazıya döktüğü deneme kitaplarını, televizyon programları ve konuşmalarını kıymetli buluyorum.

*

hem suskunluğundan hem konuşkanlığından hayata dair çok öğrendiğim mesai arkadaşım şükrü bey şairlerin ilk kitaplarına duyduğum ilgiyi öğrenince elindeki taşrada çıkan-çıkmış edebiyat dergilerini bana hediye etmiş ve böylece dünyanın en güzel edebiyat dergisi ikindiyazıları'yla tanışmıştım.

ama beni en çok mutlu eden, tükçe'deki en güzel nehir şiirlerden olan rüknettin'in kalbi için kehanetler'in yedinci bab ile on dördüncü bab arası sekiz bölümüne kasım-doksan iki sayısında rastlamak olmuştu. bir de türkçe edebiyatın göğünden sessizce geçip giden abdüssamed köse var ki başlı başına bir konudur ve kemal sayar'ın ilkyaz sessizliği şiirini ithaf ettiği abdüssamed muhtemelen odur.


*:sonsuza dek sophie (ve bir not da bu metin için. internette şiir deniliyor ve şiir formatında paylaşılıp duruyor ama kendisi metindir. olsa olsa "düz-şiir"dir.)

15 Aralık 2015 Salı

mustafa kutlu

dergâh'ın üç yüz on numaralı aralık sayısını gördünüz mü? mustafa kutlu, kısacık bir mektupla yirmi beş yılın ardından derginin 'yazı işleri' görevini ali ayçil'e devrettiğini açıkladı.

demek ki büyüdük. artık yaşlanabilirim. bir gün dergâh'ın kapısını çalıp bir çayını içme, elini öpme hayali ise yerli yerinde.

*

erzincanlı. atatürk üniversitesi'nden mezun. hocaların hocası orhan okay hoca'nın öğrencilerinden. "hareket"li yılların peşi sıra kısa süren öğretmenlik macerası ve sonu "dergâh"a çıkan yayıncılık yılları. bir yandan da yazıyor, hem de ne güzel yazıyor.

bir modern zaman dervişi. bu, "hareket"li yıllardan sonra vardığı "dergâh"ın her şeyi olmasından belli. sadece yazarlığı değil, edebi manada sezgisi de güçlüydü. nazan bekiroğlu'nun şiir yerine öyküde karar kılmasında, süleyman çobanoğlu, hakan arslanbenzer ve ibrahim tenekeci üzerindeki etkisi büyüktü.

sabahattin ali etkisindeki ilk dönem hikâyeleri sır'la yeni döneme girer: sosyal gerçekçi bakıştan manevi olan geçer bir manada. uzun hikâye ise romanla öykü arası bir türe konukluktur. yazan aynı güzel adam olduktan sonra ne fark eder ki? fenerbahçe bile yazsa okurum. ki, yazdı.

belki atladığım yazıları olmuştur ama bütün kitaplarını okudum. bahse değmez hayatımda gurur duyduğum işlerimden biridir bu. son dönem kitaplarının okuru olsam da, beni ona asıl bağlayan dergâh'ın arka kapağında okuduğum, "güzel bir gün nasıl olur?"u anlattığı deneme ile mücahit babasının savaştan dönmesini bekleyen küçük çocuğun hikâyesidir. mahzun mücahit soğuk bir kış günü halk kütüphanesinin arşivinden çıkarıp sobadan uzak bir köşede okuduğum dergilerin birindeydi. ve çok ağlamıştım.

yeni şafak'ın yeni şafak, kanalyedi'nin kanalyedi olduğu zamanlarda spor yazıp sinemadan konuşurken de, istanbul'un gözden ırak düşen yerlerini gönlümüze bağlarken de güzeldi.

ama uzun hikâye ile başlattığı ve her yıl ramazanla gelen, romana göz kırpan ama hikayeciliğinin tadından taviz vermeyen "uzun hikâye"leridir asıl beni benden eden.

onu okurken kalbimizin üzerinde bir ağırlık, yüzümüzde bir tebessüm, daima ikisi bir arada olur. yalın bir dil, sade bir işçilikle bu coğrafyanın öykülerini anlatır. değerlerine düşkün her yazar gibi anlattıkları bizden, konuları tanıdık. zamanın bir parçasına tutunmamızı sağlayan, toplum olarak nereden nereye geldiğimizi ve yakın zamanların bizden neleri alıp götürdüğünü anlatan dipnotlar.

biraz da çocukluğumun kemalettin tuğcu'su; yokluğun acısını bizlerle paylaşıp güzel günlere inanmamızı sağlayan.

fenerbahçeli. hacı. ressamlığı da var.

ve kitaplarından en çok yoksulluk içimizde'yi seviyor.

*

allah uzun ömür versin kendisine. ve sağlık. hayalim gerçek olmadı belki ama değişti. her ne kadar, yol arkadaşı ezel erverdi, "yayınevindeki masası, köşesi hep duracak, istediği zaman gelecek," dese de, şimdi o bir bardak çayı, bir yaz günü denizi gören rüzgarlı bir çay bahçesinde içmek istiyorum. yanımızda ercan kesal'da olsun. hatta, henüz tanışmamışlarsa o tanışıklığa ben vesile olayım.

12 Aralık 2015 Cumartesi

günün sorusu: kurumak

aşk ırmağının kaderi, ne kadar güçlü ve coşkulu olursa olsun alışkanlıkların karanlık çölünde kuruyup gitmek midir?

9 Aralık 2015 Çarşamba

bir masada iki kişi: antrenman

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- ben seni üzerim.

- sorun değil. antrenmanlıyım ben. ayrıca, alper canıgüz okuduğunuzu fark etmedim sanmayın.

- o zaman, "ölümüm senin elinden olsun," demeliydiniz.

- çünkü, roman değil bu. hayat... üstelik ne yaşadımsa sana hazırlık olsun diye yaşadım ben. kitaplar okudum, filmler seyrettim. sınıflarda kaldım. ellerim üşüdü.

*

sonrasına içimden devam ettim: ama sen yaramaz bir ceylan idin ben henüz avcı değil iken. sadece bir köşede durmuş oyununu bitirmeni bekliyordum.

7 Aralık 2015 Pazartesi

"zaman ne de çabuk geçiyor mona."*

eskilerden, çok eskilerden bir arkadaşım. öğretmendir. bana kalırsa en iyilerinden. belki de en iyisi.

çok iyi şiir okur. hatta, sürgün ülkeden başkentler başkentine'yi, köşe'yi değilse de mona rosa'yı bana sevdiren odur.

"yaşlanmaktan korkmuyorum ama zaman çok hızlı geçiyor," dedim sohbetimizin bir yerinde. gerçekten. istediğim tam da bu. fiziksel ve ruhsal olarak mevcut hızla yaşlanmaya itirazım yok. benim istediğim çocukların daha yavaş büyümesi, büyüklerle daha uzun zaman geçirebilmek.

cevap vermeden önce kendi kendine bir şey söyledi. ama ben de duydum: zaman ne de çabuk geçiyor mona.

"en son ne zaman okudun," diye sordum. "daha yeni okudum," dedi ve devam etti: hatta öğrencilere de okuyorum bazan. ama hiçbiri bilmiyor mona rosa'yı. öyle olunca kendimi tutamıyorum ve "siz birbirinize nasıl aşık oluyorsunuz? bu şiiri bilmeyen adam aşık olabilir mi?" diye kızıyorum onlara.


*: sezai karakoç, mona rosa

6 Aralık 2015 Pazar

gitme diye

jake lamotta, nam-ı diğer raging bull, eşinin, "bana neden vurdun?" sorusunu alışılagelenden biraz farklı yanıtlıyor:

"çünkü seni seviyordum ve gitmeni istemiyordum. seni bir tek öyle durdurabilirim sandım."

3 Aralık 2015 Perşembe

kısa kısa - on dokuz

* şarkımız yunus bülbül'den geliyor: kışlık sevgilim...

* n'aparsınız, "winter is coming".

* onu "içtikçe artan susuzluk" diye tarif ediyorum ben.

* eğitimli bir mesleğin sağladığı ya da sağlayacağı güvenceye toplum olarak düşkünlüğümüz yüzünden sevmediği işlerde çalışan mutsuz bireylerle dolu etrafımız.

* selçuk gitti, ortasından sıkılmış diş macunu kaldı yadigar.

* amele yanığı: omuz ile dirsek arasında. telefon muhafazasının izi.

* edward said'in naipaul hakkında kullandığı "durmadan kendi kendini tekrar eden bir formül haline getirilmiş zihinsel bir intihar" ifadesi biraz değiştirilerek murat menteş için de kullanılabilir: kendini tekrar eden bir formül haline getirilmiş yazınsal yetenek...

* mezartaşı yazısı: "peki elde ettin mi bu hayattan istediklerini yine de / ettim. / peki ne istemiştin? / sevilen biri oldum diyebilmek, / sevildiğimi hissedebilmek yeryüzünde."

* kimin olacak? raymond carver'ın.

* "ben çok yoruldum. sanırım, artık eve döneceğim." diyen forrest gump gibi.

* sehven "sehven" yerine "sevhen" yazıyormuşum yıllardır. telefonun kelime tamamlayıcısı sayesinde öğrendim. teşekkürler teknoloji.

* son zamanlardaki hiçbir ölüm beni ankaralı namık'ın vefatı kadar üzmedi. hayır, dinlediğim için değil. ama "kısa kısa"ların bu durumda tartışılmaz bir etkisi var.

* internetin derinliklerinde karşıma çıkan ve kimden olduğunu bilmediğim ama altına imzamı rahatlıkla atabileceğim bir paragraf: "gereksiz ihtiyaçlardan oluşan koca bir dağ yarattık. bir şeyler satın alıyoruz sonra çöpe atıyoruz. aslında boşa harcadığımız şey hayatlarımız. bir şeyler satın aldığımda veya siz aldığınızda ödemeyi parayla yapmıyoruz. ödemeyi yaşamımızdan, para kazanmak için harcadığımız zamanla yapıyoruz. aradaki fark ise şu hayatı satın alamazsınız, hayat geçip gider."

* tam burada araya bir reklam almak isterim. darüşşafaka için: olmasa da olur.

* amerika açık yani us open başlamadan önce dört tane soru sormuştum. dördünün cevabı da "hayır".

* çoluk çocukla muhatap olmuyorum.

* gerçekten. üstelik bunun muhatabımın yaşıyla bir ilgisi yok.

* us open'da erkekler ayağını, finalde "iyi aile çocuğu" federer ve "arthur ashe seyircisi"ni üç-bir'le geçen "küstah sırp" djokovic kazandı. finali izleyen seyircinin federer'e desteği muazzamdı. bunun,-söz gelimi wimbledon'da heather watson'a verilen destek- ile karıştırılmaması gerektiğini mert ertunga güzel yazdı.

* aynı ikili, londra'da yapılan sezon sonu turnuvası'nın finalinde bir defa daha karşılaştı. federer rakibini grup aşamasında yense de final maçından galip çıkarak unvanını koruyan djokoviç oldu.

* us open kadınlar ayağını takip edenler, bu yüz yılın en büyük tenis sürprizine şahit oldular. çünkü herkes serana williams'ın belki de en çok sevdiği turnuva olan us open'da elini kolunu sallayarak şampiyon olmasını ve grand slam yapmasını bekliyordu ama olmadı. üstelik finali sürpriz iki isim, veteran(!) italyan tenisçiler flavia pennetta ile roberta vinci oynadı. dünya sıralamasında yirmi altıncı olan pennetta kırk üçüncü sıradaki rakibini iki-sıfırla geçip ilk grand slam zaferine ulaştı. ve ödül töreninde, aktif tenis kariyerini sezon sonunda noktalayacağını söyleyerek selçuk'un kalbini kırdı.

* singapur'da düzenlenen ve serena williams'ın sakatlığı yüzünden katılmadığı sezon sonu turnuvasını ise petra kivitova'yı iki-birle geçen agnieszka radwanska kazandı.

* bir boşluğu doldurma çabasında eylem de eylemsizlik kadar sonuçsuz kalabilir. ya da tam tersi. eylemsizlik eylemin bizzat kendisi olabilir.

* "kurmak bize düştü, bu kalbi sökülmüş çağı. (osman sarı)"

* baharı saklayamayız ama doya doya yaşayabiliriz, diyenler var.

* "niye hep çok önemli bir şey varmış gibi geliyor da bana, sonradan hiçbir şey olmuyor? neden kalbim ağrımaya başlıyor? (andrey platonov, can)"

* bir kız ve bir oğlu var ve adları leyla ve yûsuf değil. sırf bu yüzden cehennemde yanacaksınız.

* çocuklarınız için tuttuğunuz defterlerin adının yûsuf defteri ve leyla defteri olduğunu bir düşünsenize. muhteşem...

* sevgili ibrahim tenekeci köşe yazılarının birinde hasan ali yücel'den alıntılıyor: "ahlak, bencilliğin bittiği yerden başlar. hayat bilânçosunu kendinden başkasını hesaba katmaksızın yapmış olanlarda ahlak hanesi aranmamalıdır."

* ve bir de hatırlatma yapıyor: göz, kendiden başka herkesi görürmüş.

* bir bloggerın twitterla imtihanı: takımdan ayrı düz koşu...

2 Aralık 2015 Çarşamba

kar

"ellerine bakma artık
 çünkü kar yağıyor
 çılgın hüzünlü"*

*: turgut uyar, çılgın-hüzünlü