amacım, dizilerimdendir, dediğim leyla ile mecnun'un ellinci bölümünde kamil'in söyledikleri üzerine konuşmaktır. ama kendimi biliyorsam, araya bir sürü şey sıkıştırır, bu yazıyı da uzattıkça uzatırım.
bu yüzden oyalanmadan son kısma atlarsanız, hem ben vicdan azabından kurtulurum hem de siz yazının özüne gelene kadar sıkılıp başka şeyler düşünmeye başlamazsınız.
*
leyla ile mecnun'u her ne kadar ah 'onur' muhsin ünlü yüzünden izlemeye başlasam da hala izliyor oluşumda oyunculukların ve burak aksak önderliğindeki senaryo ekibinin etkisi çoktur.
güzelliği bazan oyunculuk, bazan senaryo, bazan da her ikisinden kaynaklanan ve hakkında konuşulası yüzlerce sahne söylebilirim size.
ama ellinci bölüm, beni etkileyen dört sahne bırakıp gitti. ve benimle beraber bu parantezin içine dahil olanlar bilmelidir ki, "sadece kamil'den konuşmak diğer üçüne haksızlık olur," dediğim içindir bu parantez.
o sahnelerin birincisinde, şirin mecnun'un kapısına gelir ve adını değiştirdikten sonra aldığı yeni nüfus cüzdanını ona uzatır. (artık olmaz ama, yirmi beş ve otuz beş arası kadınlardan uzak dururum dediklerimden herhangi biri yaşını büyütmeyi akıl etseydi, ayaklarına kapanırdım. eminim...)
ikinci sahnede ise, her kilidi açabildiği halde talip olduğu kalpleri açamayan yavuz hırsız, "ben de sana karşı boş değilim," desin istediği eylül'ün saçmalamaları üzerine, "kendi açtığın yaraya pansuman mı yapıyorsun," der. (masadaki çiçeğin nergis olması bile bu diziyi izlemek için yeterli bana kalırsa)
üçüncü sahnede(benden başka kimselerin ilgisini çekmemiş olmalı ki, yutuplara konu olmamış), dünyalar güzeli bir adam olan ismail abi, yetki ve iktidar sahibi olmanın birey üzerindeki dayanılmaz ağırlığını gösteriyor cümle aleme. yeni hırsızlıklara engel olmak için mahalleye yerleştirilen kameralar için kurulan kontrol merkezinde iş başı yapan abimiz, bir süre sonra denize karşı meyve suyu(!) içenlere, bir bankta sarmaş dolaş oturmuş denizi seyreden çifte, çimende top oynayan çocuklara müdahale ederken yakalar kendini. ve çok utanır.
*
geldiğinize göre, devam edelim...
bu sahnede erdal bakkal'ın yeğeni leyla, güzelliğinin onaylanmasını istiyor. kamil de ona yedek olduğunu, bana da elizabethtown'u hatırlatır.
orada claire şöyle diyordu yanılmıyorsam: ikimiz de yedek insanlarız... insanların ihtiyaç duydukları zaman aradıkları... onları mutlu eder, onlara iyi geliriz. isteklerini yerine getirir, sorunlarını çözeriz. sonra da yeniden çağrılmayı beklemek için kenara çekiliriz.
notgibi: bu vesileyle, ismail dümbüllü ödülleri'nin otuz ikincisini kazanan serkan keskin'i ve onu bu ödüle layık gören juriyi tebrik ederim.
bu yüzden oyalanmadan son kısma atlarsanız, hem ben vicdan azabından kurtulurum hem de siz yazının özüne gelene kadar sıkılıp başka şeyler düşünmeye başlamazsınız.
*
leyla ile mecnun'u her ne kadar ah 'onur' muhsin ünlü yüzünden izlemeye başlasam da hala izliyor oluşumda oyunculukların ve burak aksak önderliğindeki senaryo ekibinin etkisi çoktur.
güzelliği bazan oyunculuk, bazan senaryo, bazan da her ikisinden kaynaklanan ve hakkında konuşulası yüzlerce sahne söylebilirim size.
ama ellinci bölüm, beni etkileyen dört sahne bırakıp gitti. ve benimle beraber bu parantezin içine dahil olanlar bilmelidir ki, "sadece kamil'den konuşmak diğer üçüne haksızlık olur," dediğim içindir bu parantez.
o sahnelerin birincisinde, şirin mecnun'un kapısına gelir ve adını değiştirdikten sonra aldığı yeni nüfus cüzdanını ona uzatır. (artık olmaz ama, yirmi beş ve otuz beş arası kadınlardan uzak dururum dediklerimden herhangi biri yaşını büyütmeyi akıl etseydi, ayaklarına kapanırdım. eminim...)
ikinci sahnede ise, her kilidi açabildiği halde talip olduğu kalpleri açamayan yavuz hırsız, "ben de sana karşı boş değilim," desin istediği eylül'ün saçmalamaları üzerine, "kendi açtığın yaraya pansuman mı yapıyorsun," der. (masadaki çiçeğin nergis olması bile bu diziyi izlemek için yeterli bana kalırsa)
üçüncü sahnede(benden başka kimselerin ilgisini çekmemiş olmalı ki, yutuplara konu olmamış), dünyalar güzeli bir adam olan ismail abi, yetki ve iktidar sahibi olmanın birey üzerindeki dayanılmaz ağırlığını gösteriyor cümle aleme. yeni hırsızlıklara engel olmak için mahalleye yerleştirilen kameralar için kurulan kontrol merkezinde iş başı yapan abimiz, bir süre sonra denize karşı meyve suyu(!) içenlere, bir bankta sarmaş dolaş oturmuş denizi seyreden çifte, çimende top oynayan çocuklara müdahale ederken yakalar kendini. ve çok utanır.
*
geldiğinize göre, devam edelim...
bu sahnede erdal bakkal'ın yeğeni leyla, güzelliğinin onaylanmasını istiyor. kamil de ona yedek olduğunu, bana da elizabethtown'u hatırlatır.
orada claire şöyle diyordu yanılmıyorsam: ikimiz de yedek insanlarız... insanların ihtiyaç duydukları zaman aradıkları... onları mutlu eder, onlara iyi geliriz. isteklerini yerine getirir, sorunlarını çözeriz. sonra da yeniden çağrılmayı beklemek için kenara çekiliriz.
notgibi: bu vesileyle, ismail dümbüllü ödülleri'nin otuz ikincisini kazanan serkan keskin'i ve onu bu ödüle layık gören juriyi tebrik ederim.