/en başta, anlam değilse de fonetik benzerlikten fallen angels (1995).../
her şeyden önce film yerine hikâye demek isterim bu filme. seksen bir dakikalık, modern zaman dizilerinde ancak bir bölüm olabilecek uzunluğu ile kısa film olamayacak kadar uzun, normal bir sinema filmine göre kısa, edebiyat olsa novella denilebilecek bir hikâye.
has yönetmenlerden aki kaurismäki, usul usul akan, fazlalıkları acımadan atılmış, şiir gibi film yapmış. neredeyse her sahnesi diyalog yerine müzikler eşliğinde perdeye yansıyan, kurgusu eksilte eksilte tamamlanmış, ışık ve renk tercihleri ile yönetmenin ruhdaşı jim carmush'a [only lovers left alive (2013)] selam durduğu bir film.
sıradan iki insan, yapayalnız iki ruh karşılaşır ve aşk olur. ama kavuşamazlar, çünkü adam kadının telefon numarasını kaybeder. [mr. nobody (2009) gelir akla. ama orada sebep, "teksas'ta bir kelebeğin kanat çırpması" iken burada holappa'nın dikkatsizliğinden başka bir şey değil.] tekrar bir araya geldiklerinde ise ansa adamın alkol bağımlısı olduğunu anlar. [bir leaving las vegas (1995) hayranı olarak ben ve sera'yı hatırlamamak mümkün değildi. ama ben ölmek için içerken, holappa hayata tahammül edebilmek için alkole sığınıyor.]
çünkü ansa, hem babasını hem de abisini alkol bağımlılığı yüzünden kaybetmiştir ve alkole anlayışlı yaklaşması mümkün değildir.
holappa alkolü bırakıp kadına tekrar ulaştığında, kadın, "gel," der. "hemen gel!"
ama payına yağmurla yıkanan camın ardında, ıslak kaldırımı seyrederek beklemek düşer.
çünkü sevinçle pansiyondan dışarı fırlayan adama tren (muhtemelen tramvay) çarpmıştır. ama bunu bilmeyen kadın bir defa daha makus talihine yenildiğini düşünür ve minimalist yaşantısına geri döner. [perfect days (2023) dediğinizi duyar gibiyim ama bu bir tercih ya da güzelleme değil. aksine mecburiyet. para için bulabildiği her işte çalışmaya hazır ansa'nın hirayama ile yalnızlıktan başka ortak yanı yok. hele elektrik faturasını okuduğu bir sahne var ki, anında tek keyfi olan radyoyu kapatması, bununla yetinmeyip lambayı söndürmesi iç acıttı.]
/evet, dayatılan değil tercih edilen güzel. hayatın her alanında olduğu gibi./
merak etmeyin ama bir araya gelecekler ve bir sonbahar günü parkta, kuru yapraklar üzerinde geleceğe yürüyecekler.
*
en iyi 'hatırlama'yı ise en sona sakladım.
ikinci karşılaşmada (ki bu, tesadüften çok göz göze gelebilmek için sürekli onun gözlerine bakmak gibiydi) ansa holappa'yı evine, akşam yemeğine davet eder. ama bir problem vardır; minimalist(!) yaşantısına ikinci bir tabağa, çatala, bıçağa olanak yoktur. onları satın alırken bütün aşk sözcüklerinin boşuna, aslolanın eylem olduğunu anlıyorsunuz: ansa holappa'yı seviyor, ansa holappa'yı seviyor...
yemeğin peşi sıra adamın alkol sorununu fark eden ansa, babası ve abisinden sonra buna bir defa daha şahit olmak istemediğini söyleyince de kendisine yolun gözüktüğünü anlayan holappa ceketini alıp gider. ve ansa tabağı çatal ve bıçakla birlikte çöpe atar. biraz kırgın ama öfkeden uzak. evet, aşk bitmiştir. ya da, bu ilişkinin bir geleceği yoktur.
bazan bir tabak bile her şeyi anlatıyor aslında. tıpkı konserveler gibi.
[vesikalı yarim (1968), sabiha ve halil'in konserve kavanozlarını rafa dizdiği sahne. bak buradayız, en azından bu konserveler bitene kadar. söz...]
2 yorum:
bu filmi hissettirdiği duygu sebebiyle sevmiştim..evet bazen bir tabak bile..
sözden fazla anlamı var bazı davranışların. söz uçuyor ne de olsa.
Yorum Gönder