28 Temmuz 2024 Pazar

tanışma - tanıma

hayatın acemisi ya da iflah olmaz romantiklerden değilseniz dünyaya dair her şey gibi aşkın da bitimli olduğunu bilirsiniz.

başlıyorum... "kim ne derse desin aşk ilk andadır, başlangıçtadır," diyerek, "ilk görüşte aşka inanır mısınız?" diye soran muhatabına, "başka türlüsü mümkün mü?" ayarı veren marquez karakterine selam ederek.

o 'ilk an'da anlamak mümkünse de tanımak mümkün değildir karşımızdakini. zaman geçtikçe tanırız. o 'ilk an'da gülerken gözlerinin kenarında oluşan güzelim kırışıklıkları fark etsek de, -söz gelimi- diş macununu ortasından sıktığını daha sonra öğreniriz.

başka bir deyişle aşkın bitme zamanı geldiğinde o 'ilk an'a göre daha iyi tanıdığımız bir insandan ayrılırız. ya da o, daha iyi tanıdığı bizden ayrılır.

soruyorum... bizi tanımadığı için aşık olmuş, tanıdığı için mi ayrılmıştır? mesele tanımak tanımamak değildir de hevesi mi geçmiştir? araya kara kedi mi girmiş, bizi göremez mi olmuştur? karpuza asla hayır diyemeyecek olsa da sürekli karpuz yemekten mi sıkılmıştır? biz aynı kalsak da o mu değişmiştir? "sorun sende değil de bende" midir? sadece zamana mı yenildik biz? daha iyisini mi bulmuştur?

bitiriyorum... dürüst olayım; umrumda değil. ben öldükten sonra, beni öldüren depremin şiddeti umrumda değil.

yine de... evet, yine de... sizi severken artık sevmiyor normal dahi olsa acı değil mi?

hele de tanımak buna sebep olmuşsa.

facia...

26 Temmuz 2024 Cuma

gülücük

göz kapaklarında cennetten kalma bir rüyanın rüzgârı gezindi ve dudaklarında usul usul büyüyen bir tebessümle cennet bahçelerinden bu yana kendisine eşlik eden meleklere, belki de dakikalardır onu seyreden amcasına gülümsedi.

20 Temmuz 2024 Cumartesi

boomerasking

internet ekipler amiri m. serdar kuzuloğlu'na itimat edersek; muhatabına kendini derdini anlatmak için soru sormaya verilen isimmiş.

başka bir deyişle, muhatabınız geri yuvarlasın diye masanın altından topu ona yuvarlamak ya da söz sırası çabucak bize geçsin diye yalandan(!) soru sormak.

şimdi de bir örnekle açıklayalım:

- beni özledin mi?

- çok.

- ama benim seni özlediğim kadar çok özlemiş olamazsın. bazı sabahlar, ya onsuz bir dünyaya uyandıysam, korkusuyla açıyorum gözlerimi. hayatta olduğunu anlayana kadar da büyüdükçe büyüyor korkum. sonra yerini özlemek alıyor. senden yana uzanmak istesem de kendimi tutuyorum. orada koşan, yüzen, kaktüslerin toprağını değiştiren, bulutları seyreden bir adam olduğunu bilmek yetiyor.



zeyl: insan merak etmiyor değil; aynı şeyi, dünya fenerbahçeliler günü bahanesiyle kutlama mesajı atarak yapmanın da bir adı var mı?

17 Temmuz 2024 Çarşamba

deneme

"hayata dair bilgim az olabilir," dedi adam. "ama seni tanıyorum. bensizliği denedin ve başarısız oldun. özlemek değil bu. sevmek, hiç değil."

13 Temmuz 2024 Cumartesi

ilk izlenim için tek bir şansın vardır: yirmi beş

gassan kenefânî, "kıymetlim!" hitabıyla başladığı mektup-öyküde hasta, adım adım ölüme giden bir adamın duygularına ses olur. 

adamın arada "azizem" deyip nefeslendiği bu mektupta, taşıyamaz olduğu duyguları, muhatabına vaktinde söyleyemediklerini ölüp gelip onu bulmadan önce söylemenin telaşı vardır.

doktorunun 'ruhsuz' kelimelerinden kendisi için bir gelecek olamayacağını anlayan adam, tam da kadına "benden sana yar olmaz" demeye karar vermişken kadın ondan hızlı davranmış, istikrarlı bir hayat isteyenlere özgü cesaretle bir başkasının hayatındaki varlığını haber vermiştir. adama ise kala kala suskunluk, bu tercihe saygı duymak ve kelimelere sığınmak kalmıştır çünkü.

adam anlattıkça anlarız ki sonu istediği bitmese de hiç de fena başlamamıştır hikâye. zor geçen çocukluğunun peşi sıra büyümenin zorlu yollarında yürürken birden bire "güzel bir şey olmuş, uzaktaki pırıltının üzerinde üst üste yığılmış bulutlar aralanmıştır".

"Hatırlıyor musun? Küçük bir tören ikimizi bir araya getirmişti. Gözlerim gözlerinle buluştuğunda bir kazmanın göğsümün içinde harekete geçtiğini ve küçüklüğümden bu yana içimde çöreklenen bütün acıları devirdiğini hissettim. Saçların harikaydı. Gözlerin büyüleyici bir siyaha bürünmüştü. Bilinçsizce sana bakarken buldum kendimi. Daha sonra okuduğum hatıralarında yazmıştın bu ânı, bir limana demir atacakmışçasına bakan bu denizciden hoşlandığını."*


*: on iki numaralı yatağın ölümü - cenazemde, s:53, loras yayınları

10 Temmuz 2024 Çarşamba

yaz

"ya baharın ardından yaz gelmezse, diye korkuya kapılmaz ağaç; yaz gelir hep çünkü. ama önlerinde bir sonsuzluk varmış gibi tasasız bir suskunluk ve enginlik içinde bekleyen sabırlıları gelip bulur ancak."*


*: rainer maria rilke

7 Temmuz 2024 Pazar

huy

kendimi severim. hayır, beğenmek değil bu. olana razı gelerek, olandan memnun olmak. ya da olana şükretmek.

elbette kusurlarım var. sayfalar tutmasa da bir sürü satır işgal eder.

ama bir huyum var ki elimde olsa değiştirmek isterdim. belki psikolojik bir rahatsızlıktır, belki almancada tek kelimelik karşılığı vardır ama ben bilmiyorum.

her zaman değil ama bazan güzel bir anın içinde, aklıma nereden geliyorsa o anın biricik ve bitimli olduğu geliyor. o keyifli anın/günün/gezinin/ziyaretin/muhabbetin tadını çıkartmak yerine olan bitenin geçip gittiğini duyumsuyorun. ve o keyif gidiyor, yerini karşı konulamaz bir hüzün alıyor.

bu insanlar belki de bir daha hiçbir zaman bir araya gelmeyecek diyorum. nakş-ı cihan meydanı'nın rüzgârı bir daha alnımı serinletmeyecek, önümüzdeki yaz başımı dalgalara vura vura ufka yüzemeyeceğim belki, seneye buraya geldiğim bu ev, bu masa, bu manzara aynı ev, aynı masa, aynı manzara olacak da ben aynı ben olacak mıyım vesaire... 

elbette anı yaşamayı, anın tadını çıkartmayı biliyorum. o büyük keyfi.

ama bazan...

4 Temmuz 2024 Perşembe

günün sorusu: bakiye

her şey unutulduğunda geriye ne kalır?

2 Temmuz 2024 Salı

federer: twelve final days (2024)

ya da 'iyi aile çocuğu federer'in son on iki günü.

asif kapadia ve joe sabia ikilisinin yönettiği, gelmiş geçmiş en iyi tenisçinin profesyonel kariyerindeki son on iki gününe odaklanan belgesel film bence 'olmuş'.

kurgu, anlatım/senaryo, arşiv görüntülerinin kullanımı vesaire... kısaca sinema adına ne varsa yerli yerinde.

belki oyunculuk biraz soru işareti. hâl ve hareketler, kameranın ve o anların belgesel olacağının farkındaki insanlara ait gibiydi. nasıl desem? hiç kimsenin okumayacağı bir günlük ile yayınlansın diye tutulan günlük arasındaki bariz fark gibi.

yine de yanılgı ihtimalini, roger federer ve ailesinin bizler gibi örtülü gelenekten gelmediğini de akılda tutmalı.

/ama derdim bunlar değil. hem de hiç değil. asıl söylemek istediğimi sona bırakarak devam etmek istiyorum./

* mirka'nın hem belgeseldeki, hem aile içindeki yerine bayıldım. -eğer varsa- ideal evlilik böyle olmalıdır, dedim. erkeğin ön planda olduğu geleneksel bir aile tablosu ama son söz kadının. onun onayını almayan hiçbir eylemin olabilirliği yok.

* evet, federer'in vedasını bekliyorduk. yine de o süreci sanki hazırlıksız yakalanmış gibi yaşadık. enerjisinin tekler maçına yetmeyeceğini tahmin etmek zor değildi. o yüzden partnerinin nadal olacağı bir çiftler maçı hem filmde hem hayatta veda için makul ve uygundu.

son bir kaç dakikaya kadar kurgu, hollywood tarzı bir filmin sonuna yakışacak bir maç vardı kortta. son bir şarkı için korta çıkan federer, yanında adının her zaman birlikte anıldığı nadal, yüze gelip yerleşen acı ifadesi, izleyene hüzün veren, eski günlerin geride kaldığını hatırlatan hatalar, hatta mucize (top fileyi direklere bağlayan düğümün içinden geçti) bir sayı ve nihayet maç sayısı için servis noktasına gelen federer. 

ama amerikalı tenisçi tiafoe çıktı ve partiyi tam anlamıyla bozdu. oyunu bildiği gibi oynadı. hatta direnç koydu. maç federer'in servisleriyle bitmediği gibi maçı da kaybetti federer - nadal ikilisi. başka bir deyişle tarihin en büyük tenisçisi son maçını kaybederek veda etti kortlara.

tiafoe'ya çok kızdığımı hatırlıyorum. ve herkesin benimle aynı fikirde olduğuna emindim. ama maç sonrası soyunma odasında nadal'ın tiafoe için "göt!" diyeceğini, federer'in de "bırak şu götü" mealinde yanıt vereceği, hele de bunun yarı belgesel bir filmde yer alacağını tahmin etmezdim. 

/filmin en keyifli yeri olduğunu itiraf ederim./

* "nadal'dan bahsetmeden federer belgeseli olmaz," cümlesini önceden başka kurardım şimdi ise daha başka. son yıllara kadar "her şey zıddıyla kaimdir" hikâyesi olarak gördüğüm bu ilişkinin, yarışmacı kültürün ihtiyacı olan rekabet için bize öyle gösterildiğini bir defa daha anladım.

oysa kamera önünde hep dosttular. meğer kameraların olmadığı yerlerde de dostlarmış. adeta yirmi yıl boyunca her yere beraber giden, beraber seyahat eden iki yakın arkadaş. ve federer veda ederken ne güzel ağladılar. hem de el ele.

* ama bir kişi var ki her ikisinden de rol çalmış: 'küstah sırp' djokovic...

ama bu yeni bir hikâye değil. daha o günlerde, federer'in veda mektubu ve laver cup'ın son profesyonel turnuvası olacağı kesinleştiği günlerden itibaren.

kaldı ki federer de hem djokovic'e hakkını teslim ediyor, hem hak ettiği sevgiyi neden görmediğini açıklıyor, hem de ona yeterince saygı göstermediği günler için af diliyor belgeselde.

/yeteneği başından beri herkesçe bilinen djokovic'in atp tour'daki ilk yılları pek de takdir edilesi değil. yenileceğini anlayınca kaçan, pardon, "sakatlandım, güneş çarptı, anneme küstüm" diyerek maçtan çekilen bir oyuncuydu. federer de kameralar karşısında buna ayar olduğunu saklamıyordu./

* evet, asıl söylemek istediğim yere geldim...

ne zaman başladı bilmiyorum ama kendimi bildim bileli tenisi seviyorum. ama gerçek bir tenis izleyicisine dönüşmem iki bin sekiz australian open finalleriyle oldu. cumartesi kadınlar finali, pazar da erkekler. arkadaşım o hafta sonu yalnızdı. davet etti. ben de, "hayır" demedim.

finalde tabiî ki tsonga'yı tutuyordum. çünkü siyahiydi ve fena halde muhammed ali'ye benziyordu. ama ilk seti kaybetmesine rağmen maçı djokovic kazandı. ve bu grand slam şampiyonluğuydu. sonra da herkes gibi benim de radarıma girdi. ve işin tuhafı sevdim de. hatta nadal'dan bile çok sevdim.

oyunu sıkıcıydı ama rakibinin iyi sayısını alkışlaması beni mest etmişti. hele de kort dışında çok daha şenlikli biriydi. tam da üniversitede arkadaş olmak isteyeceğiniz türden. "küstah sırp" da onu çok sevdiğimden. yoksa milliyetinden dolayı birinden nefret edecek kadar ruh hastası değilim. faşistler müstesna. sadece nefret değil küfür de ediyorum.

ama korona sürecinde "küstah sırp" gitti, yerine tanımakta ve anlamakta güçlük çektiğim birisi geldi.

/aşı yaptırmamayı anladım ama aşı karşıtlığını bir türlü anlamadım. kaldı ki mecbur olmasam aşı yaptırmazdım. yaptırdığım için de pişman falan değilim.

biyoloji ya da tıpla en ufak ilişkisi olmadığı hâlde "aşı faydalı" diyenlere inanmayıp "aşı zararlı" diyenlere inanan, büyük oyunu çözmüş kitleyi hiç mi hiç anlamadım. anlatmaya çalışanı da dinlemedim.

bizler maymuna dönüşünce ya da kalp krizinden ölünce mutlu mesut yaşarlar artık./

dediğim gibi, sorun aşı karşıtlığı değildi. ama hastalık kapması muhtemel bir kalabalıkta basketbol maçı izledikten sonra çocuklarla etkinliğe katılması, röportaj vermesi ve nihayet kurallar gereği avustralya'ya giremeyeceği kesinleşince de, "testim pozitif çıkmıştı, iyileştim" demesi.

sevenlerinin eline tutuşturduğu iki ucu pis değnek. ya hasta hasta çocuklarla sarmaş dolaş fotoğraflar çektirip röportaj verdi ya da sırf doğal favorisi olduğu turnuvaya katılabilmek sahte belge düzenledi. ben kızmayı, hatta nefret etmeyi seçtim.

ta ki, federer'in son profesyonel turnuvası olacak laver cup'a katılacağını açıklayana kadar. tarihin en başarılı erkek tenisçisi olmasına rağmen takdir görmeyen, federer ve nadal kadar sevilmeyen, hatta oyun bozanlık yaptığı için bir çok tenisseverin nefret ettiği bu adam başrolde nadal ve federer olacağını bile bile, kendisinin de üçüncü adam olacağını bilerek, gölgede, arka planda kalmaya razı gelerek veda partisine katıldı.

olan bitene hiç aldırmadan federer'i onurlandırdı. erdemli bir insan, "küstah sırp" gibi.