mahalle camii dedimse, bir kaç asırlık geçmişi olan, ünlü bir mimarın eseri kadim yapılar gelmesin aklınıza. insanlar ibadet etsin diye cumhuriyet döneminde yapılan kubbeli binalardan biri yalnızca. adı da, "yeni"ydi zaten.
o zamanlar minaresi yoktu. o binaya yakışmayacak güzellikteki şadırvan henüz girişe göre soldaki duvara eklemlenmemişti. şadırvan demişken, o kubbeli bina içine ve dışına yapılan ilave ve düzenlemelerle o kadar güzel bir camii oldu ki tarifi zor.
düş gücüme güveniyor olsaydım, ferhat hoca emekli olduktan sonra onun yerine gelen imamın yıllarca mimari ve geleneksel sanatlar eğitimi alan, bir gün içine düştüğü boşluktan kurtulmak için buda'ya, uzaya, doğaya sarılmak yerine yüzünü kabe'ye dönen bir iç mimar olduğunu hayal ederdim. bizim camiye çeki düzen verdikten sonra da başka bir camiye gittiğini...
aksi takdirde, duvarları bile ancak mahallenin zenginlerinden, öz-inşaat yapı malzemeleri'nin sahibi talat özcan'ın bağışladığı boyalardan en uygun renklisi ile boyanabilen o camiden bugünlere gelmeyi başka türlü açıklamak zor.
yine de bahçesi muhteşemdi. namaz vakitlerinde gürültü yapmamak koşuluyla futboldan miskete, yakan toptan elim sendeye kadar her oyuna olanak verirdi. eğer namaz vakti oyunumuza ara vermeyip, üzerine bir de gürültü yapmışsak, deli ibrahim bir kaç gün bahçede oyalanır, biz de hiçbir deliliğini görmediğimiz bu adamdan korkumuza bahçeden uzak dururduk.
onun deli değil dünyadan umudunu kesmiş bir derviş olduğunu, toplumun da koyduğu kurallara uymayı reddedenleri deli diye etiketleyip bir manada kurduğu düzeni akladığını çocuk aklımızla bilmiyorduk. bu yüzden onu deli sanıyor, üstelik korkuyorduk. o ise sessiz sedasız yaşıyor, sadece caminin ve bahçesinin nizamıyla, temizliğiyle ilgileniyordu.
bir gün yüz metre yarışı yapmaya karar verdik. yazdı. olimpiyat zamanı olabilir. belki de o günlerde moda olan ucuz, elektronik saatlerimizin kronometresini kullanmak için bahane arıyorduk.
çocuk gözlerimizle baktık, ölçtük: caminin bir duvarı en az yirmi beş metreydi. dört kere yirmi beş. yüz.
bir tek abimin -ki büyük teyzemin büyük oğludur- süresi kalmış aklımda. bizim yüz metre dediğimiz çevreyi dokuznoktaondört saniyede koşmuştu. dünya rekorunu kırmıştı. eğer o rekor guinness rekorlar kitabı'na girmediyse ve bugün yüz metre rekoru daha kötü bir zamanla olmasına rağmen usain bolt'a aitse, o gün bütün ısrarımıza rağmen büyükler bizim adımıza rekor başvurusu yapmadığı içindir.
bugün biliyorum, caminin çevresi en fazla altmış metredir. belki daha az. ama bu durum, gerçek yüz metre dünya rekorunun abimin -ki kendisi büyük teyzemin büyük oğludur- elinde olduğu gerçeğini değiştirmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder