sabah olmuş, gün aydınlanmış ama nedendir bilinmez yanmaya devam eden sokak lambaları var gözümün önünde. sokakta, tren istasyonlarında, bomboş peronlarda, alış veriş yerlerinin uçsuz bucaksız park yerlerinde artık ihtiyaç duyulmadığı halde yanıp duruyorlar.
hâlâ geceymiş, varlıkları işe yararmış, saltanatlarının sona erdiğinden habersizmiş gibi yapıyorlar.
güneş doğmak üzere veya yoğun bir sis tabakasına söz geçirmeye çalışmakta ama ışık gelmiş, geceye son vermiş. belki de güneş, sokak lambaları bu durumu kabullensinler, artık gereksizleştikleri ve sona erdikleri fikrine alışsınlar diye biraz ağırdan alıyor.
onlar da yanmaya devam ediyorlar. görevli kapatmayı unutmuş, 'kapan' komutunu verecek bilgisayar bozulmuş ya da işlerinin bittiğini anlamayı sağlayan gün ışığı alıcılarında bir sorun var.
fakat onlara ihtiyaç yok. yanmaları gereksiz. hatta saçma. boşuna yandıkları için suçlayabilirsiniz bile. biraz komik, biraz zavallı.
hem komik hem zavallı olan her şey gibi hüzünlü.
tam bu sırada bir kadınla bir erkek görüyorum sokak lambalarının solgun ışığında. yan yana değiller. birbirleriyle ilgili de. birbirlerini tanımıyorlar bile. bu bir başlangıç olmadığı için de tanımayacaklar.
kadın yakınlarda oturuyor ve kendisini işe götürecek otobüsü bekliyor. adam ise evine dönmeye çalışıyor. aklında yatağı var. yatacak ve son gecenin uykusuzluğunu, yolların yorgunluğunu uyuyacak.
kadın ise çalışma arkadaşını düşünüyor. gülümsemesi geliyor aklına, ürperiyor. sabah serinliğinden olmadığını bir o, bir de biz biliyoruz. "bugün," diyor. "çıkıp karşısına, beni seviyor musun, diye soracağım."
bu soruyu sormaktan çok korkuyor, soramamaktan da. tıpkı alacağı cevabın, "evet" olmasından korktuğu gibi. ve "hayır" olmasından.
sonra sokak lambalarını fark ediyor. kendilerini hiçe sayan gün ışığına hâlâ direniyorlar. iki ışığın birbirini dışlamadığını, birlikte var olduğu ama birbirine karışmadığını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder