koşmayı seviyorum. bunun büyük bir şey olduğunu düşünmüyorum ama. ne beni özel biri yapıyor ne de iyi biri. eğer hayatta bir başarım varsa bunun koşmakla bir ilgisi yok. kaldı ki, başarım da yok.
koşmak, belki merdiven çıkarken işime yarıyor biraz. biraz da pazartesi başlayıp çarşambaya gelmeden bozulan diyetlerden, sabahları içilen sirkeli sudan uzak tutuyor beni.
yine de düzenli olarak koşmaya çalışıyorum. çünkü, "uzun mesafe koşucusunun yalnızlığı"nı seviyorum. aynı isimde bir film var, onu da... fark ettim, "adasal bilinç" demeyerek, entelektüel görünme fırsatını kaçırdım. nasip. ölmezsek, nasıl olsa konu yine 'koşmak' bahsine gelir. belki o zaman.
fazla enerjimi yalan yanlış yerlere kanalize etmek yerine atletizm pistine, caddelere, kırlara, bayırlara serpmek hoşuma gidiyor. o fazladan enerjiyi kafes dövüşlerinde harcadığımı düşünsenize. dayak yemek değil elbette korkum. kaldı ki, dayak yeseniz de atsanız da canınız yanar. eliniz parçalanır, şişer, kırılır, incinir.
ayrılık sürecine benziyor yani. hangi köşede olursanız olun canınız yanar. eğer acı çekmeyen biri varsa, bilin ki çoktan gitmiştir o.
sonra, hayal kuruyorum koşarken. düşünüyorum, veremediğim cevapları veriyor, olası karşılaşmaların diyaloglarını yazıyorum. buraya yazdığım bazı yazıları koşarken kurduğum bile oldu.
susuyorum, acıkıyorum. size tuhaf gelebilir belki ama en çok acıkıyorum. poğaçalar, simitler, elmalı kurabiyeler geçiyor gözümün önünden.
bazan 'karlı dağlar' da geçiyor ama bunun konumuzla ilgisi yok.
yine öyle bir gün. yol üzerinde fırın olsa duracak, yarım ekmeği mideye indirip yoluma öyle devam edeceğim. para da var.
bu arada erbabı iyi bilir; bu coğrafyanın en yakası açılmadık hikâyeleri bu cümle ile başlar: para da var...
dönüş yolunda, evin yakınındaki bir markete daldım. reklam olmasın diye adını söylemeyeyim ama bir sürü çikolata, bisküvi vs. alıp kasanın yürüyen bandına yığdım. bu arada leş gibiyim ve berbat koktuğuma eminim. öyle ki, bu gerçekle yüzleşmemek için burnumdan nefes almıyorum. sosyal mesafe denilen şeyi de diğer müşterilerle bir olup 'korona günleri'nden çok önce, o gün keşfetmiş olabiliriz.
sıra bana geldi. kasiyer kız önce yığına sonra bana baktı. "bunları yiyorsunuz, sonra da koşmak zorunda kalıyorsunuz," dedi. "aksine," dedim, gülümsemesine gülümseme ile karşılık vererek.
"ben, bunları yiyebilmek için koşuyorum."
burada olsaydı ve sabah hazırladığım kahvaltıyı görseydi, eminim aynı şeyleri söylerdi.
"hayır, adile. ben bu kahvaltıyı yapabilmek için koşuyorum."
aynen öyle. ben de daha fazla kek, pasta , çikolata yemek için
YanıtlaSildevamlı yürüyorum. hatta şimdi ergenlik etkisyle yemeden içmeden kesilerek kilo vereceğini sanan kızıma da aynı şeyi diyorum. yemekten kısma ama aşırıya da kaçmadan herşey mutlaka ye. ama mutlaka da hareketli ol her zaman.
sabahları arabamla işe gitmiyorum mesela, otogara yürüyorum minibüse binmek için. bu 2 km yol demek. dönüşte böyle olunca her gün mecburi bu kadar yürümüş oluyorum.
sizin iyi bir anne ve öğretmen olduğunuzdan bir an bile şüphe duymadım. pelin'in hâlleri bir çeşit insanlık kaderi. ne kadar marifetli ve istekli olursak olalım mum dibine ışık vermiyor.
YanıtlaSilkızınızın öğretmeni ya da sık gittiği kafenin garsonu olmak, ona söylemek istediklerinizi kendi sözümmüş gibi söylemek isterdim.
bence insanlar hareket etmeyi yeniden hatırlamalı. aksi takdirde 'çürüme' geliyor. tedavi olmak yerine korunmak için tıptan faydalanmak gibi kilo vermek için değil almamak için spor yapmayı öğrenmeli.
bir de, görüntünün canı cehenneme. gönül kimi severse göz onu beğeniyor nasıl olsa.