bir kız var. daha doğrusu vardı. 'a'lar 'o'lar eşliğinde meksika dalgası yapmanıza gerek yok yani.
ne diyordum? bir kız vardı. onunla bundan yıllar önce çarpışmış, çok geçmeden onu unutamayacağımı, daha doğrusu önümde bu dünyanın ölçeğine göre onu unutabilmek için yeterince zaman olmadığını anlamıştım.
o biraz genç kalfa'ydı bileğinde "ahter-suhte, hû ve lâle" mührüyle, biraz da mezarlık bekçisi'nin penceresi önünde ağlayan karacanın sabrı ve razılığı.
ama olmadı, her şey masala bu kadar benzerken olmadı. çünkü yakın gelecek için ikimiz farklı şeyler istiyorduk. o evlenmek, anne olmak istiyordu. bense, evlenmek, anne olmak istemiyordum.
sonra o gitti. ben de öylece durdum. "gitme," demedim. "sen gidersen sınırlarımda kalamam, tekin değil karanlığım."
yanlış anlamayın ama. bu bir "severek ayrılma hikâyesi" değil. kavuşamamış, birbirini çok sevdiği hâlde ayrı düşen iki aşığın hikâyesi hiç değil. düşman aileler, töreler, mezhep ayrılıkları, kötü kadın falan yok. bir kararı bile isteye uyguladık. hepsi bu.
ama bağımız kopmadı. bazan o uzandı bu tarafa, bazan ben uzandım o tarafa. üstelik bu durum bir 'temas'ın hiç onaylamadığım bir merhalesidir. hangi sebeple bitmiş olursa olsun, nihayete ermiş bir ilişkiden sonraki iletişim hallerini sevmem. dahası çirkin bulurum. daha da çirkini zaman zaman bir bahaneyle kendini muhatabına hatırlatmaktır. ki, çok ayıp bence. bu sebeple biten şeylerin anılarını bir kutuya koyup zaman geçirmeden yüksek bir rafa kaldırmak en doğrusu.
hep söylerim; not yükseltme sınavı, ikinci şans, ilişki kurtarma tatillleri gibi zırvalara inanmam ben. bir ilişkiyi eski ilişkiye dönüştüren ne varsa değişmeden kalır. bir de, yokluğum ile varlığım arasındaki farkı anlasın egosu var ki, ergenlikte bıraktığımı iddia etsem de bir parçası hâlâ gittiğim her yere geliyor benimle.
çok seviyorduk, unutamadık, bizimki çok büyük aşktı türünden laflar edecek de değilim. ama biraz kendimi suçladığım, biraz onun çok 'güzel' olduğuna ve o güzelliği bana da bulaştırdığına inandığım, biraz da "bu defa duvar inşa etmeyeceğim," dediğim için sonraki iletişimin sürmesine ses çıkarmadım. hatta çanak tuttum.
bu arada, uzun zamandır görmedim onu. ne zaman bulunduğu şehre gitsem görüşelim istedim. her defasında kocaman gülümseyerek, "hayır," dedi. ısrar etmedim. bekir'in de dediği gibi, "bizim de bir gururumuz var".
en son, doğum günümde, "sabah uçağı ile gelir akşam uçağı ile dönerim. ikisi arasında da doğum günümü kutlarız," dediğimde aldım, "hayır" cevabını. görmeliydiniz, ne de güzel "hayır," dedi. siz de bayılırdınız.
bir kaç gün sonraydı. akşam serinliğinde koşuyordum. evet, 'hilal'in bir ucundan diğerine. tam, oğlumun ya da kızımın başından itibaren kontrollü koştuğu bir orta mesafe yarışının son iki yüz metresine girerken, sanki benim "şimdi değilse ne zaman?" dediğimi duymuşçasına atağa kalkıp o atakla birinci olduğunu hayal ettikten sonra dolan gözlerimi siliyordum ki, "hayır," dedim. "sorun, onun beni görmek istememesi değil. benim onu görmemi istemiyor."
"bu kız, giderken dediğim, bir gün geri döndüğünde şişmanlamış olursan gir girebilirsen kalp kapımdan içeri, deyişimi ciddiye almış olmasın sakın!"
ya vnf sen de çok ego seziyorum bu ikili ilişkilerde. sakın son cümle senin savunmana yardım eden hayal eseri bahane olmasın. ha belki gerçekte olabilir kızın son hali, demek şekil şema önemli bu derece. kızın kararlılığını çok sevdim, kusura bakma ama evlilikten kaçan günümüz erkeğinden hiç hazetmem, böyle kesip atan kızlara da az rastlanır ve onları çok severim
YanıtlaSilbaşlıyorum.
YanıtlaSilher şeyden önce o burada olsaydı, önce "böö!.." der, peşi sıra "sensin şişko!" diye eklerdi. ve biz buna çok gülerdik. sonra ki günlerde onun "sensin şişko!.." deyişini taklit eder, olur olmaz yerde mevzuya dahil eder, gülmeye devam ederdik.
koşarken değil yazarken aklıma geldi en sondaki paragraf/cümle. zira onun güzelliği aynalardan bağımsız, benim gördüğüm bir şey. artık "istanbul'un en güzel ikinci kızı" olsa da durum böyle. ayrıca, size bir sır vereyim mi? ben ona öyle bir şey demedim.
şekil önemli mi? evet, önemli. ama "şekil" tek başına nedir ki? "aramızdaki anlam bağı"nın her şeyin üzerini örtüşüne de şahit oldum ben, güzel bir bedenin içine hapsolmuş "iri kara bir leke"yle kaplı kalbe de.
bazan "o ciciyse ben de ciciyim" yaptığım oluyor ama bunun kendini beğenmişlik olarak okunmasını istemem. sadece, ben de ne istediğimi biliyorum ve gitmek üzere bavulunu toplamış birini durdurma çabalarının beyhude olduğunu çoktan öğrendim.
o "geri zekalı" hiç belli etmez ama dünyanın en mantıklı insanı olabilir. aldığı karara o gün saygı duymuştum, bugün de saygı duyuyorum. bir defasında, yaklaşık bir ay sonraydı, kolundan tutup, "ne yaptığını sanıyorsun sen?" demediğim için pişman oldum. hepsi bu.
"evlilikten kaçan" ne demek? muhatabını bugün- yarın diye oyalayan tipleri kastediyorsanız, o tarz ahlaksızlardan kimse hazzetmemeli. sorumluluk almaktan kaçan biriyle bırakın evlenmeyi kingte eş olarak almam karşıma ben. bununla beraber evlilik kurumunu sevmeyebilir bir insan. yalnızlığı sevmese de yalnızken kendini daha iyi hisseden bir sürü kişi tanıyorum. kaldı ki, evlilik iyi bir şey olsaydı, bütün dinler, kutsal kitaplar ya da öğretiler övüp durmaz, bununla da yetinmeyip emretmezdi.
bu arada ben evlilik karşıtı falan değilim. sevdiğin insanla daha çok vakit geçirmek kötü olabilir mi hiç?