en sevdiğim değil. o arjantin. biraz da şili. görmeyi istediğim de. kısmet olursa hepsini görmek isterim.
bu, bambaşka bir hikâye ve üstelik bir değil üç tane.
*
her insanın yanından ayırmadığı, hastane, havaalanı, yolculuklar veya iş yemekleri için ne olur ne olmaz diye hazır ettiği, hatta üzerinde çalıştığı, zamanla en mükemmel formuna ulaşan küçük anlatıları, esprileri vardır. anlatılır, kullanılır ve eğer gerekliyse tozu alınıp bakımı yapıldıktan sonra bir dahaki sefere kadar kutusuna kaldırılır.
dünya küçülüp global bir köye döndükten beridir de bu küçük anlatılar değişti, çeşitlendi. elin adamına ya da kadınına askerlik anısı da anlatılmaz ki. ya da bir almana dedemizin kaçırdığı deniz kenarındaki arsa fırsatını anlatsak anlar mı? hem amerikalı biri ne anlasın ilk aşkın güzelliğinden.
carapaz'ın kazandığı olimpiyat altın madalyasından sonra fark ettim ki benim ekvatorlular için özel bir sohbet konum var ve iki yıldır bu böyle.
çok geçmedi, arjantinliler için de bir tane olduğunu fark ettim. ve şilililer için de.
*
ekvator:
yalan konuşmayacağım, şair isimli richard carapaz'ı iki bin on dokuz italya bisiklet turu'ndaki muhteşem solo atağı ile fark ettim ilk. "tıpkı nibali gibi," dediğimi hatırlıyorum. o sene şampiyon oldu zaten.
adı bir marquez bir de bisikletle anılan kolombiya yerine ekvatorlu olması bile başlı başına bir hikâyeydi. her ne kadar kolombiya sınırına yakın bir köyde doğup büyüse de.
kabul, nibali bir titan. üstad. köpek balığı. taktik, takım emri bilmez. "şimdi değilse ne zaman?" der, atağını yapar. tereddüt yoktur. ama demez.
işte carapaz da öyle. tek eksiği nibali'de var olan karizmaya sahip olmayışı. lider ruhlu durmuyor, yüzü nibali kadar pis değil. ama olimpiyat şampiyonu. üstelik şarkısı da var.
şili:
öyle olmadığını bile bile, "türkçe'de bir söz var," diyorum. "kadın şili gibi olmalı; ince, uzun." sonra muhabbet gelişiyor, koyulaşıyor.
ne yani? ben uydurdum mu deseydim?
arjantin:
sadece sohbet ettiklerime değil, üzerinde on numaralı arjantin forması gördüğüm herkese sordum bu soruyu. aynı kompartımanı paylaştığımız, öğrenci değişim programıyla avrupa'ya gelen kuzenini ziyarete gelmiş üniversitelilere de sordum, kızlı erkekli futbol maçına o ünlü formayla gelmiş genç kıza da.
koşarken rastladıklarım da oldu, market alışverişinden sonra kasa sırasında hemen arkasında durduklarım da. arkadaşımın sevgilisi olanlar da vardı, kırmızı ışıkta iki bisikletli yanyana durduğumuz da. adres soran da vardı aralarında, tirübünde yanyana maç izlediklerim de. haliyle arjantinli olmayanlara da denk geldim bazan.
"messi mi? maradona mı?" sadece bu. elbette bir sürü yan soru ihtiva ediyor: hangisini seviyorsun? hangisi daha büyük? on numaralı arjantin forması kimi temsil ediyor?
yıllarca "maradona" cevabının peşinden koştum. ama, hayır. nihayet koşarken rastladım. bir pazar sabahı, üniversitenin atletizm pistinde. biraz hızlanıp yakaladım. kaldı ki, belki de ilk kez koşan sevgilisi yüzünden yavaş koşuyorlardı.
adamım, "maradona" dedi. çok sevindim ama sevgilisinin, "sen ciddi misin?" deyişini duyunca sevincim yarım kaldı. sonra ne oldu bilmiyorum ama kızın bizim elemana bir müddet, "yorgunum," dediğine eminim. ne de olsa koşmak yorar insanı.
hele de koşmaya yeni başlamışsanız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder