hayat bu. azla yetinir mi hiç? reklamcı tayfa bu defa da neşet ertaş'ın bir türküsüne bulaşmış: sen benimsin ben seninim... yine bir banka. hani şu, dünyanın en iyi koçunun çalıştırdığı kadın voleybol takımına sponsor olan banka var ya, işte o.
son bir kaç aydır bu türkünün onlarca yorumunu dinledim. fon müziği yaptıkları yorum ise vasatın üzerine çıkamayanlardan biri. ama kimin umrunda.
sözü bağlamından koparma pahasına söylersek, reklamın iyisi kötüsü olmaz değil mi?
*: bilmeyenlere bu yazı anlatır.
Ne doğru demiş yazısında;
YanıtlaSilyaşadığımız zamanlar büyü bozumu zamanları diye Muaz Ergü. ah Sezai
Karakoç buna layık mı, değil mi? ne yazık ki global tuzaklara
herkes düşüyor. kimbilir ne paralar verildi. bize teklif edilse
ne çok ilkemizi fırlatır atarız gerçi.
dokununca bozulan büyü görünce bozulmaya başladı da ondan. görme- görülme çağından geçiyoruz.
YanıtlaSilsezai karakoç elbette layık değil buna. ama m.a. daha ne yapsın? ona ve bize mona roza'yı armağan etti.
miktarı ne olursa olsun para için hâlâ yapılamayacak şeyler var bence. mesela ben para için evlenmem. bir bahane bulup aşık olur, sonra da, "abi, ne parası? ben ona aşık oldum," falan derim. (evet, burada gülümseme ikonu var.)
diğer yandan m.a.'nın o reklamda oynaması tesadüf olabilir mi diye sormuştum kendi kendime. durum fark edilince de durumu bile isteye abarttılar sanki.
bir ihtimal daha var ki, tam da reklamcı güruhtan beklenecek türden. sonradan konuşulacaklara güvendiler ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadıncağızı bizzat kendileri ifşa ettiler.