30 Mart 2021 Salı

günün sorusu: suçlu

muhatabı, "ben sana aşık oluyorum galiba," dediğinde, "seni öyle bir seveceğim ki benimle karşılaştığın güne lanet edeceksin," yazan alt metni okuyamayan bir insan suçlu mudur?

29 Mart 2021 Pazartesi

dua

"ey yazgı, alın yazısı dediğim şey, sen içimdeki! üstümdeki! koru beni ve büyük bir yazgı için sakla."*

*: friedrich nietzsche

*

notgibi: stefan zweig'ın muhteşem yorumu olmazsa eksik kalır: "bu kadar büyük dua etmesini bilen birinin sesi, mutlaka duyulur. (kendileriyle savaşanlar)"

25 Mart 2021 Perşembe

ezel, cansu dere ve bir sürü parantez içi

televizyondan uzak durduğum, bilgisayarı da yıllar öncesinde kalmış filmleri izlemek için kullandığım zamanlardı.

(kamu spotu: normal şartlarda film sinemada -oturma odasından bozma küçücük salonlarda değil ama- izlenir. başkası yalan.)

bir akraba ziyaretinde can sıkıntısından elime aldığım, okunup katlandıktan sonra bir kenara kaldırılmış eski bir gazetede ramiz karaeski'nin yani dayı'nın bazı repliklerini okudum. oscar wilde'dan, rûmi'den, ömer hayyam'dan, nazım hikmet'ten alıntılarla konuşan bir adam. kayıtsız kalamadım.

(hatta senaryo ekibi zamanla bu durumu abartacak(!), "dayı'nın vedası" olarak anılan bölümü bütünüyle edip cansever'in ben ruhi bey nasılım şiiri üstüne kuracaktı. kürkçüsünden, otelcisine... dayı'nın şiiri okuduğu kısımlara kadar.)

bulduğum ilk fırsatta da, herkesin çok iyi bildiği o video paylaşım sitesinde onar dakikalık parçalar halinde ilk bölümden itibaren izlemeye başladım. meğer aradığım buymuş.

(dizi sonlanmadan izlemeyi bırakacak ve yıllar sonra en baştan başlayıp tamamlayacak olsam da.)

geçen gün... aslında bu ifade yanlış çünkü sürekli izliyorum. ne diyordum? geçen gün, "lanet olsun bu güne" sahnesini izlerken fark ettim ki, cansu dere o yıllarda ne kadar güzelmiş. masrafsız, sade, saf...

(evet, yeni farkettim. çünkü benim o dizideki güzellik tarifim bahar'dı. evet, perçemlerine rağmen. evet, bahar. o role hayat veren güzellik yarışması eskisi sedef avcı değil.)

sonra aklıma, sosyal medyanın türlü mahallelerinde son dizisi bahanesiyle cansu dere güzelliği övenler geldi.

(bu arada, reklam olsun diye, daha dizi başlamadan görücüye çıkan yemek sahnesi yüzünden dizinin bir kaç bolümü izledim ben. o sıra "bir başkadır benim memleketim" konuşulduğu için bu dizinin yeterince konuşul(a)madığını, ana akım medyada yer aldığı için de dizinin vasat bir aldatma hikâyesine indirgendiğini düşünüyorum.

oysa evlilik bahsinde toplumsal ikiyüzlülüğümüzün ne denli büyük olduğunu suratımıza çarpan bir yanı var. eşlerden biri diğerini aldatıyor ve toplum nasıl kodlamışsa, herkes ve hatta her şey hâlâ bu evliliğin devam etmesi için diğerini kuşatıyor. çocuk gibi bir güzellik bile silaha, yüke, ağırlığa dönüşüyor böyle bir anda.

tam burada, batının sadece teknolojisini değil ahlâkını da alalım diyenlerdenim ben. bir evlilik, sadece aile içi  şiddet ya da ihanet söz konusu olduğunda değil eşlerden biri mutlu değilse de bitmeli sözün gelişi. o adamın/ kadının sana göre olmadığını anladığın o anda.

bana çocuklar, din, aile, bekâr anne vs. bahanelerle gelmeyin sakın. "kaderimize yazılmış" veya "razılık" dediğimiz şey bu değil.)

parantez içi çok uzadığı için, "sonra aklıma, sosyal medyanın türlü mahallelerinde son dizisi bahanesiyle cansu dere güzelliği övenler geldi," diyerek kaldığımız yerden devam edelim.

sadece "cansu dere'nin ezel hâli" daha güzel değil. cansu dere hanımefendi son dizisi sadakatsiz'de bizzat çirkin. hak etmediği kadar çirkin hem de. çizgileri botoks denen illete kurban verildiği ya da makyajla kapatıldığı için ifadeden yoksun kalan yüzü, reklam olsun diye giymek zorunda kaldığı ve ona uymayan kostümlerle övülesi olmadığı gibi beğenilesi bile değil. hele de rolü gereği giyip durduğu kumaş takımlar facia. vatkalı omuzlar, yüksek bel pantolonlar...

düşünüyorum da, bu övgünün asıl kaynağı, kadınlarının her pazartesi diyete başladığı bir coğrafyada formunu koruyor, başka bir deyişle o yaşta hâlâ zayıf oluşudur belki de. ben hiçbir zaman, "bir dirhem et bin ayıp örter"ci tayfadan olmadım ama hanımefendinin zayıflığı da itici. kaldı ki, çelimsiz ile zayıf, formda olmak ile zayıf olmak arasında dağlar kadar fark var.

(bu vesileyle saçlarının arasından tebessüm eden bir kaç tel beyaz saçın, yüzüne yerleşen çizgilerin kendisini ne kadar güzelleştirdiğini bilenlere selam olsun. zayıf olursa eşinin/ sevgilisinin kendisini beğenmeye devam edeceğini sananlara da kolaylıklar.)

22 Mart 2021 Pazartesi

dakika ve skor

"Beni bir delinin varoluşundaki özgürlükten uzaklaştıran o güçlü ve aptalca geleneklerle yetiştirildiğimin, ne tür baskıcı ve akılcı eğitime maruz bırakıldığımın derin bir pişmanlıkla farkına varırken, kendi kendime deli olmak ne harikulade, ne yüce bir şey derdim. Bu tür bir duyguyu yaşamayı başaramamış bir insanın dünyayı tüm görkemiyle asla anlamayacağına inanıyorum."*

*: max blecher, acil gerçekdışılıkta maceralar

19 Mart 2021 Cuma

önemsiz - iki

eğer bir şiir*, "ben ölürsem ne yaparsın tanrım?" sorusuyla başlıyor ve "tanrım, kaygıdayım. ne yapacaksın?" diyerek nihayetleniyorsa arada ne dediğinin bir önemi yoktur.

*: rainer maria rilke

17 Mart 2021 Çarşamba

ispat

bekâr bir anne. babasına benzeyen bir kızı, bir kedisi, ziyan olmuş bir zekası ve kocaman bir kalbi var. o kadar büyük ki o kalp, mahallenin bütün kedilerini doyurabilir, dünyanın bütün mültecilerine ev olabilir. 

bir de, yaşadığı onca maceraya rağmen şükrettiği bir hayatı...

ara sıra konuşuyoruz. sanırım, yaşadığı mahalleye bu kadar yakın olduğum hâlde oraya taşınmamaktaki ısrarımı seviyor. anlattıklarını, kendi ahlâkımla değil onun ahlâkıyla değerlendirmemi de. bana itimat ettiğini biliyorum. o da buna ihanet etmeyeceğimi. 

o yüzden ortam ne zaman müsait olsa anlatır; çocukluk travmalarını, okul yıllarını, annesinin geçen gün onu aradığını, babasının vefatından sonra ortayan çıkan ve ne yaparsa yapsın dolmayan büyük boşluğu, serseriliklerini, anne olmanın güzelliklerini, kendisinden hoşlanan çocuğu, takılıp kaldığı elemanı...

bazan fikrimi de sorar, tavsiye ister. ardından bildiğini okur. ama bu durum geçmişte kaldı. çünkü, sözümü dinletecek bir yöntem buldum: babasına benzeyen ve sırf bu yüzden bile çok şanslı olan kızı...

söz gelimi, mahallenin kedileri için bir barınak mı yaptıracak, "ama," diyorum, "kızının hakkını da harcayacaksın oraya". otostopla avrupa turu yapmak isterse, "havalar çok soğuk. kızın hasta olmaz mı?" maaşından mülteciler için ayırdığı miktarı görünce, "kızına karne armağanı diye keman sözü vermiştin diye hatırlıyorum," diyorum.

emin olun, çalışıyor bu yöntem. "dokuz damlası şifa olan onuncu damladan sonra zehre dönüşür," ya da "azı karar çoğu zarar," demekten daha etkili. sarsmasa da durduruyor ve düşündürüyor.

geçen gün, hoşlandığı çocuktan bahsetti. normalde benim yanımda sözünü açmaz. daha en başında bu çocukla olmaz, bence uzak dur, seni üzer demiştim çünkü. üzülerek söylüyorum ki, süreç beni haklı çıkardı. hoşlanması nefrete dönüştü sanıyordum ama nefret kisvesine bürünmüş aşk olmuş sanki.

iki gün sonra elemanın doğum günüymüş. normalde gider, süpriz yaparmış. "saçmalama," dedim öfkeyle. "ciddi değildim," diye cevapladı. ardından, "adam gibi bir adam olsaydı bir dakika durmazdım," diye ekledi.

hemen "yangında kırılacak" camı kırdım: ya kızın?

düşünmedi, bir an bile tereddüt etmedi: "umrumda bile olmazdı."

*

aşkın, "gittiğin yolun sonunu düşünmemek" olduğunu öğrendiğimde neredeyse çocuktum. selim ileri'ydi söyleyen.

"umrumda bile olmazdı," dediğinde ilk aklıma gelen bu oldu. sonra içimdeki "aşkın ispatı" maddesini yeniledim. artık bana kanıyla mektup yazarsa değil kızı bile umrunda olmazsa inanırım varolduğu iddia edilen aşka.

*

şimdi, ayıplayan nazarlar eşliğinde  "bozulanın yerine mutluluk inşa olur mu?" diye soracaklar çıkacaktır. "şimdi kızı umrunda olmayanın ilerde kimse umrunda olmaz," diyenler de.

ama benim istediğim bu 'umursuzluk'un eyleme dönüşmesi değil, duyguların bunu eyleme dökebilecek kadar güçlü olduğunu bilmek.

tıpkı çok eski bir hikâyede, sosyal medya hesaplarının şifresini verecek kadar güvenmek gibi. oysa hesapların içeriğini merak etmiyordum ben, denetlemek ya da kontrol etmek de değildi derdim.

sadece, verecek kadar bana güveniyor muydu? asla istemezdim ama bir gün isteyecek olsam söyler miydi?

15 Mart 2021 Pazartesi

tehlikeli şiirler - elli bir

tehlikeli şiirler okuyalım leyla
cahit zarifoğlu'ndan "sevmek de yorulur" mesela

Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım
Bana bunu sessizce anlatıyorlardı
Bir yerde onların yönlerinden
alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki
bulvarların geceye vurdukları
çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri
uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan
bir sürü alışkanlıklar taşıyan
insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında
çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin
başkası sevsin diye en seçkin yerine
bir şal gezdirirdi
İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla

Bir sen varsın hep saçların ağzın 
Bir merdiven hücresinde
uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem
seni sonsuz gelişinle 
saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor
eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman
uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi
Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle 
davranılmaz üstünde durulmaz
hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem

Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde
durmuş ki bakışın boynun bozgun
üstünden bir nehir geçer gibi
ya gecedir ondan ya bulanık sudan
bir hasta gibi ağrımaktasın
Gelişini aldım onu nasıl harcadım
Denizden bunalıp okyanusa
Selâm çakan vapurun
Sevindik adımına birden parka çekildik
Ve birden nasıl bayram bıyıklı
Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla
Eğip başını içlerimden gittiğin zaman
Uzağa bir yolcuya çıkar gibi

Selini üstüme çektin önce
camdan bir mektup dolabının
üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın
başını duvara değdirmiş bir benzetişle
josef ka benzeri bir bakışındı
ya da konuşmayı kesip aman sen 
öyle bir gittin ki benimle

Piknik beni sana verdi önce
Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze
Eski ellerin
Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin
Ve hançerinle zamana saf durmuş
Son gidişindir bu

Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden
Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle
zaten hangisi kavak zürafası değil
biri bütün yan odaları bekler
kuşkulu geçer camlardan
ve bırakır yerini bir koridor bekçisine

Haydi sen bütün onlara git benimle
Son sigaramdın
Gidişin antinikotin
Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor
Elleri iki çeşit durgun
Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların
Suya inen sesleri

Tam şimdi denizinle
bir çakıl taşına yaklaşıyor
kuma çok yakın bütün kesitlerinle bakıyor 
ve bunalıyorsun

Tam şimdi ipe koşan
beni elleriyle alkışlayan
ağrıyan bir gün geliyor

13 Mart 2021 Cumartesi

bir masada iki kişi: tecrübe

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- uzun zaman oldu.

- çok uzun...

- değişmiş miyim?

- doğal olarak.

- iyi anlamda değil demek.

- genç kızlıktan genç kadına evrilmiş bir ifade sadece. ama merak etme, her şey yolunda.

- ne olacak peki? ne yapmayı düşünüyorsun?

- seninle mi?

- benimle.

- sana yeniden aşık olacağım. ilk defa gibi. 


*

bu defa avantaj bendeydi. bana yol gösteren, geçmişten kalma bir tecrübem vardı.

11 Mart 2021 Perşembe

itiraf

bakmayın siz kendime seçtiğim müsteara, bitmek bilmeyen konuşkanlığıma.

anlattığım hikâye çoktan bitti. sonrasında yaşananlar ise hiç olmadı.

8 Mart 2021 Pazartesi

iman

"sanıyorum hiç kimse inandığı tanrı'ya elinde yeterli kanıtlar olduğu için inanmayı seçmemiştir."*

*: çetin balanuye, spinoza'nın sevinci nereden geliyor? - s:32

6 Mart 2021 Cumartesi

kadınlar - erkekler: yirmi üç

iklim, bölge ve yer şekillerinden bağımsız olarak her iki cinste görülebilen ama ne hikmetse türk dil kurumu - güncel sözlük'ün cinsiyetçi(!) bir yaklaşımla sadece erkeklere mal ettiği abazan sıfatına sahip erkekler karşılarına çıkan her kadını bir ihtimal olarak görürken, aynı sıfata sahip kadınlar ise birinin hayatına dahil olur olmaz abazan sıfatını doyasıya yaşadıkları günlerde bir ilişkisi olan hemcinslerinde şahit olup eleştirdiği ne varsa yapmaya başlar. 'aşkitom'lar, rehber düzenlemeleri, sosyal medya güzellemeleri, iptal edilen kız buluşmaları, romantizm övgüleri, istek şarkılar vesaire...

3 Mart 2021 Çarşamba

mozart ve aşk acısı

kimdir bilmiyorum ama sacha guitry diye biri çıkmış, "mozart dinlediğiniz zaman, arkasından gelen sessizlik de hâlâ mozart'tır," demiş. ifade o kadar hoşuma gitti ki, mozart olsaydım, bunu aldığım en büyük iltifat sayardım.

"tıpkı," derken buldum kendimi bunları düşünürken. "tıpkı, kitap okurken okuduğumuz bir şeyden etkilendiğimizde devam etmeden önce sayfadan başımızı kaldırıp işaret parmağımız ayraç niyetine kitabın arasındayken uzaklara baktığımız o kutlu anın okumaya dahil olması gibi."

"insanlar bir an önce salonu terk etmek için acele ederken yerinde oturup usul usul akan jeneriği seyretmek, jeneriğe eşlik eden son şarkıyı dinlemek gibi," dedim sonra.

tam burada, amcabey'in musa'ya yaptığı aşk tarifini andım: aşk acısı dediğin şey aşkın kendisidir. evet, gizliajans

özlemekler, kalp kırıklığı, ayrılık acısı* da aşka dahil o zaman. 


*: üzgünüm, "ayrılık da sevdaya dahil"ci tayfa aradığını bulamaz burada. kaldı ki bu konudaki fikrimi daha önce beyan etmiştim.

1 Mart 2021 Pazartesi

kurtuluş

her şeye muktedir olduğu vaaz edilen modern insanın başaramadığı şeyler de var hâlâ.

bunu derken, zamanı durdurmak, mutlu evlilik, kitap okuma oranının azlığı, sayısı arttıkça kalitesi azalan üniversiteler, misyoner vejetaryanlık gibi çözümü abesle iştigal mahiyetindeki sorunlara nizam vermekten bahsetmiyorum.

"kurtulmak"tan bahsediyorum mesela. ama "unutmak" anlamında olandan değil "unutulmak" gibi olanından.

sosyal varlık olarak tarif edilen insanlar sosyal hayatın içinde oradan oraya savrulurken rastlaşıyor, bir süre yan yana duruyorlar ya da geçip gidiyorlar. bazan kalpleri de temas ediyor.

biliyorum, bu rastlaşmalar normal. durmaları ya da geçip gitmeleri, kalplerin teması... nihayetinde, insan. bunlar da insana dahil.

kaçınılmaz olan o an geldiğinde, yani gitmek zamanı geldiğinde evdeki hesapların hiçbiri çarşıya, alışveriş merkezlerine, kadınlar pazarına, ikinci el kitapçılara ve hatta online alışveriş sitelerine uymuyor ama. hiçbir ilişki bitmesi gereken o anda bitemiyor. çünkü hiç kimse o anda bitiremiyor.

çok özel durumlar dışında uzuyor, uzadıkça da eski günler, hasbelkader mutlu olunmuş bir kaç an da kirleniyor. pişmanlık ve "keşke"lerin yerini, "lanet olsun"lar alıyor.

onu sevmediğinizi, hayatınızın bundan sonrasında onunla muhatap olmak istemediğinizi söylemek, arayıp sormamak, mesajlarına yanıt vermemek, telefonlarına çıkmamak, hatta "ben başkasını seviyorum"lar yetmiyor kurtulmaya.

tanıdık değil mi? herkesin kurtulamadığı birileri, bir türlü varamadığı "kurtuluş" isimli masal ülkesi var.

şimdi de nasıl bittiğini hatırlayın. o bir dala tutununca, bir başkasının yanında oyalanmaya karar verince, bir kaç küçük tadilattan sonra içindeki boşluğa pekâlâ sığabilecek birilerini fark edince...

şimdi söyle modern insan! sen mi muktedirsin? yoksa, o "bitti," deyince mi bitiyor sonsuza yazgılı dediğiniz hikâye? ya da "yeni biriyle tanıştım ve ona bir şans vermeye karar verdim," deyince mi? ya da "ben evleniyorum," dediğinde mi?


notgibi: bu bahsin bir de, berbat bir ilişki, sevgisiz evlilik, mutsuz iş hayatı hâli var ama o bambaşka bir yazının konusu.