dizi başlayınca, "ulan ingiliz usulü aşk101'e denk gelmiş olmayalım" diye endişelenmedim değil. ama bir kaç saniye sonra marianne'i gördüm. ve ona aşık olacağımı hissettim. hayır, olmadım. evet, hissettim. yani bir 'ilk görüşte aşk' vakası değil bu. kaldı ki, perçemleri, bambaşka çağrışımlara sebep okul forması ve "prensip olarak çoluk çocukla muhatap olmuyorum" ilkesi yüzünden bu mümkün değil.
bir parçası eksilmiş oyuncaklar gibiydi. hiç sevilmemiş bir yarayla yaşamaya çalışıyor gibiydi. yaşamıyor da zaman geçiriyordu sanki. sanki hiçbir yerde istenmemiş de sürgünde yaşamaya razı gelmişti. ve çoktan öğrenmişti; bütün bunların üstesinden ancak görünmez olursa, hatta 'yok' olursa gelebilirdi. eğer yoksanız, yağmurda ıslanmaz, soğukta üşümez, kırılmazsınız.
en baştaki "eksilmiş oyuncaklar" çağrışımı boşuna değil aslında. çünkü aklıma hemen the science of sleep (2006) geldi. perçemlerine rağmen kayıtsız kalamadığım stéphanie ve onun bir eskicide gördüğü, hüzünlü bulduğu için dayanamayıp hemen satın aldığı ve tamir ettikten sonra yaptığı oyuncakların arasına koyduğu oyuncak atı hatırladım. ve o zaman, "bir oyuncağı hüzünlü bulabilen bir kadına aşık olunur," diye düşünmüştüm.
diziye dönersek. birazdan beşinci bölümü izleyeceğim. bu yazıyı da marianne'e aşık bir adam olarak yazıyorum.
Ben de çok kişiden duydum, merak ediyorum. İzlediklerim bitince izleyeceğim.
YanıtlaSil"herkesten duymak"lara değil belli kişilerden duyduklarıma itimat ediyorum ben. acizane, size de aynısını tavsiye ederim.
YanıtlaSildiziye gelirsek; sevdim ben. üstelik, "marianne hüznü" diye bir şey var artık benim için.
kesinlikle öyle. aksini düşünemem zaten. yorumlarına güvendiğim birçok kişiden duydum diye düzeltelim o halde.
YanıtlaSilbu, doğru yoldayız demektir.
YanıtlaSil