on aralık... hayatım boyunca çektiğim tek ayrılık acısının başladığı gün. öyle büyük, öyle uzundu ki bağışıklık kazandım. kronolojiye göre sonra gelenlerin hiçbiri canımı yakmadı.
/burada mecaz var/ sadece, onlar eşyaları toplarken, ardından odanın orta yerinde durup unuttuğu bir şey var mı diye etrafa bakarken veya geçmiş zaman seslerini, hislerini, görüntülerini belleğinin çekmecelerine birer birer yerleştirirken pencereden dışarıyı seyrettim. kapanan kapının sesi yankılana yankılana susarken -her iki anlamda da- odaya döndüm ve masada duran bir çift anahtara uzun uzun baktım./mecaz bitti/
dediğim gibi antremanlıydım, bağışıklık kazanmıştım. öyle olmasa, haliç'in kıyısındaki o gecede, şimdiye çok uzak o haziran gecesinde artık ondan bir şey istemeye hakkım olmadığını fark ettiğimde bizans'ın ünlü altınlarını aramaya kalkardım. muhtemelen bulamaz, bulsam da umrumda olmazdı.
beni sonsuza kadar seveceğini, dualarında yer bulacağımı, kalbinde yerimin baki olduğunu biliyordum ama kaybettiğim çok daha büyüktü.
/burada da/ sanki uykudaydım ve ne zaman gözlerimi açacak olsam, yüzüme eğilmiş, yüzüme değdi değecek saçları arasından sevgi ve şefkatle bana bakıyor buluyordum onu. işte böyle bir cennetten kovulmuştum./yine/
öyle büyük ve uzun bir acıydı ki, bir daha tekrar etmesinden ölesiye korktum. kendimi havuzun klorlu sularına bıraktım, öykücü'ye sığındım, yakari'ye sarıldım, bir sürü film izledim. bir sürü kitap, onu hatırlatmayan yüzlerce şarkı... dualar ettim, adaklar adadım. hatta babamla konuştum.
biraz yalnız, biraz küstah, biraz dalgacı takıldım. en sonunda kendi işimi kendim halletmeye karar verdim. aşk üzerine okuyacak, başarabilirsem doğasını anlayacak ve aşk acısı denilen illete bir çare bulacaktım.
neler okumadım ki? marazi aşkı konu alan romanlardan aşkı çözdüğünü sanan ergen yazar hikâyelerine, aşkı kimyasal bir tepkime olarak gören kitaplardan aşkı dokununca toza dönüşen efsunlu bir nesneye indirgeyen şark klasiklerine, felsefecilerden psikologlara, modern şairlerden mevlana'ya, sevgi üstüne'den güvercin gerdanlığı'na...
mevlana'yı en çok o zaman sevdim. en çok iyi gelenler ise güvercin gerdanlığı ve sevgi üstüne'ydi. yakari ve öykücü'yü saymama gerek yoktur herhalde.
babam. kahramanım...
küstahlığın yakıştığını, üzerimde iyi durduğunu söyleyen de çok oldu.
sonunda anladım ama: "aşık olmayacaksın, birader. olursan acı çekersin, kaçarı yok..."
ya da "isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yol belli. eğ başını, usul usul yürü şimdi."*
*: zeki demirkubuz, masumiyet (1997)
/burada mecaz var/ sadece, onlar eşyaları toplarken, ardından odanın orta yerinde durup unuttuğu bir şey var mı diye etrafa bakarken veya geçmiş zaman seslerini, hislerini, görüntülerini belleğinin çekmecelerine birer birer yerleştirirken pencereden dışarıyı seyrettim. kapanan kapının sesi yankılana yankılana susarken -her iki anlamda da- odaya döndüm ve masada duran bir çift anahtara uzun uzun baktım./mecaz bitti/
dediğim gibi antremanlıydım, bağışıklık kazanmıştım. öyle olmasa, haliç'in kıyısındaki o gecede, şimdiye çok uzak o haziran gecesinde artık ondan bir şey istemeye hakkım olmadığını fark ettiğimde bizans'ın ünlü altınlarını aramaya kalkardım. muhtemelen bulamaz, bulsam da umrumda olmazdı.
beni sonsuza kadar seveceğini, dualarında yer bulacağımı, kalbinde yerimin baki olduğunu biliyordum ama kaybettiğim çok daha büyüktü.
/burada da/ sanki uykudaydım ve ne zaman gözlerimi açacak olsam, yüzüme eğilmiş, yüzüme değdi değecek saçları arasından sevgi ve şefkatle bana bakıyor buluyordum onu. işte böyle bir cennetten kovulmuştum./yine/
öyle büyük ve uzun bir acıydı ki, bir daha tekrar etmesinden ölesiye korktum. kendimi havuzun klorlu sularına bıraktım, öykücü'ye sığındım, yakari'ye sarıldım, bir sürü film izledim. bir sürü kitap, onu hatırlatmayan yüzlerce şarkı... dualar ettim, adaklar adadım. hatta babamla konuştum.
biraz yalnız, biraz küstah, biraz dalgacı takıldım. en sonunda kendi işimi kendim halletmeye karar verdim. aşk üzerine okuyacak, başarabilirsem doğasını anlayacak ve aşk acısı denilen illete bir çare bulacaktım.
neler okumadım ki? marazi aşkı konu alan romanlardan aşkı çözdüğünü sanan ergen yazar hikâyelerine, aşkı kimyasal bir tepkime olarak gören kitaplardan aşkı dokununca toza dönüşen efsunlu bir nesneye indirgeyen şark klasiklerine, felsefecilerden psikologlara, modern şairlerden mevlana'ya, sevgi üstüne'den güvercin gerdanlığı'na...
mevlana'yı en çok o zaman sevdim. en çok iyi gelenler ise güvercin gerdanlığı ve sevgi üstüne'ydi. yakari ve öykücü'yü saymama gerek yoktur herhalde.
babam. kahramanım...
küstahlığın yakıştığını, üzerimde iyi durduğunu söyleyen de çok oldu.
sonunda anladım ama: "aşık olmayacaksın, birader. olursan acı çekersin, kaçarı yok..."
ya da "isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yol belli. eğ başını, usul usul yürü şimdi."*
*: zeki demirkubuz, masumiyet (1997)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder