bella ciao ya da bildiğim gibi söylersem ciao bella'yı yeniden fark edişim bu yıl ilkbahara rastlar. yeniden diyorum, ilk defa "zenginin malında fakirin de hakkı vardır," dediğimiz zamanlarda fark etmiştim çünkü. "bu memleket"i "akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan" değil, kaynağını kafkaslardan alıp denizler ve boğazlar atladıktan sonra adriyatik'te denizine kavuşan bir nehir olarak tanımladığım günlerdi. sonra kıymetini değilse de etkisini kaybetti. tıpkı dinledikçe ses kalitesini yitiren plaklar gibi.
bu yıl ilkbahardı. severek izlediğim la casa del papel sona yaklaşıyordu. (bu arada, bir uçak kazası sonrası kendini bir adada bulan insanlar için hâlâ ağıt yakan ama la casa del papel'i mantıklı bulmayan, hatta saçma diyen izleyiciye selam olsun.) ne diyordum? severek izlediğim dizi sona yaklaşıyordu. erkek dostluğuna güzelleme niteliğindeki sahnelerde, profesör ve berlin arasındaki sır ortaya çıkarken fonda bu şarkı çalıyordu. tam yeri ve zamanıydı.
ve ben bu italyan halk şarkısını yeniden hatırladım. hatta, banka müdüründen sonra dizinin en aşağılık karakteri olan berlin'e içimde saygı oluştu. evet, saygı. sevgi değil...
sonra, 'aziz' tom waits geldi. şarkı susmuş ama melodisi hâlâ odadaymış gibi sabahlar, akşamlar, gecelerle geldi. 'aziz' bu. bir alış-veriş listesini de seslendirse fark etmez. o yüzden ingilizceleşmiş sözler umrumda bile değil.
kaldı ki, bir zamanlar tek bir kelimesini anlamadan sevmiştim. benden sözlerini çevirmemi isteseler, "serbest çeviri" der, olmayan italyancamla
*: marc ribot - feat. tom waits, goodbye beautiful
bu yıl ilkbahardı. severek izlediğim la casa del papel sona yaklaşıyordu. (bu arada, bir uçak kazası sonrası kendini bir adada bulan insanlar için hâlâ ağıt yakan ama la casa del papel'i mantıklı bulmayan, hatta saçma diyen izleyiciye selam olsun.) ne diyordum? severek izlediğim dizi sona yaklaşıyordu. erkek dostluğuna güzelleme niteliğindeki sahnelerde, profesör ve berlin arasındaki sır ortaya çıkarken fonda bu şarkı çalıyordu. tam yeri ve zamanıydı.
ve ben bu italyan halk şarkısını yeniden hatırladım. hatta, banka müdüründen sonra dizinin en aşağılık karakteri olan berlin'e içimde saygı oluştu. evet, saygı. sevgi değil...
sonra, 'aziz' tom waits geldi. şarkı susmuş ama melodisi hâlâ odadaymış gibi sabahlar, akşamlar, gecelerle geldi. 'aziz' bu. bir alış-veriş listesini de seslendirse fark etmez. o yüzden ingilizceleşmiş sözler umrumda bile değil.
kaldı ki, bir zamanlar tek bir kelimesini anlamadan sevmiştim. benden sözlerini çevirmemi isteseler, "serbest çeviri" der, olmayan italyancamla
ve dostum,diye çevirirdim. gerçi olsa da çevirim yine aynı olurdu. sizi bilmem ama ben 'aziz" dudaklarını ne zaman mikrofona yaklaştırsa, "one fine morning" değil de "ve dostum," diye anlatmaya başladığı bir hikâye duyuyorum. bir de "hoşçakal güzellik" dediğini.
yarın göremezsen beni bu şehirde
anla ki seferdeyim.
eskimez sandığın özlemlerini giderecekse
ödünç sevinçler almalısın yedeğine.
*: marc ribot - feat. tom waits, goodbye beautiful
aa bence de lost türünün ilk ve en güzel örneğiydi. sonu da
YanıtlaSilgüzel bağlandı ama la casa delpapelde kabul et 1.sezon sonu çok
bilindik ve klişe bitti. tamam bende sevdim diziyi, bilindik bir konu karakterler ve ilişkilerle güzel işlenmişti ama tercihim tabi ki lost :)
bu güzel şarkının altında lost tartışmak. kabul ediyorum, hata benim.
YanıtlaSillost'a gelince. benim için jack bauer olsaydı "yirmi dört" saatte kurtulurdu dediğim, nihayetinde duman mı ada mı çozemediğim bir dizi. bunu da, la casa del papel iyi dizi ama çok uzatmışlar diyenlere söylüyorum.