sevgili okur, bu yazıda kitaplarını kitaplığında görmekten büyük keyif alan ama alacağı bir şey olmadığı halde mağaza mağaza dolaşan insanları anlayamayan bir adamdan bahsedeceğiz.
ve bu iki durumun nasıl aynı cümle içinde durabildiğini de söyleyeceğiz.
kitaplara dekoratif bir unsur olarak yaklaşanlardan ya da her gece yatmadan önce altınlarını sayan cimriler gibi olmadığımı biliyorum. kitapların orada olmasını, karşısında durup kitaplığın raflarını yormayı, zaman zaman kelimenin tam manasıyla eski defterleri karıştırmayı seviyorum ben.
yine de biriktiriyor olma duygusunun verdiği bir yük her zaman oldu. bugünlerde bunun biriktirmekle alakalı olmadığını anladım. daha doğrusu çözdüm.
her okur, yeni bir şeyler öğrenmenin hazzını saymazsak okumaktan aldığı keyfin dışında iki duyguyu çok güçlü hisseder: kitap okumak ne güzel bir şey bundan sonra hep okuyacağım ve ben bu kitabı bir fırsat bulunca yeniden okurum arzusu.
"bana yeniden psikoloji kitapları okutturan adam" darian leader'ın, şimdi hangisinde olduğunu hatırlamadığım ama kadınlar neden yazdıkları her mektubu göndermez? ya da iş işten geçtikten sonra verilen sözler'den birinde olduğunu bildiğim bir tezi vardır.
orada, bir şey almaya niyeti olmadığı halde saatlerce mağaza dolaşan insanların motivasyonunu nereden aldığını anlatır. insanlar o ürünü orada görmekle ve böylece varlığından haberdar olmakla, eğer bir gün istersem ya da gerçekten ihtiyaç duyarsam alabilirim duygusu kazanıyormuş. peşi sıra da bu duygunun verdiği rahatlama ve keyif.
şimdi değil ama yarın sabah ne olacağını iyi biliyorum. kitaplığın karşısında duracağım, hiç aklımda yokken bir sürü kitabı karıştıracağım ve sonunda niteliksiz adam'ı durduğu yerden çıkaracağım.
ve bu iki durumun nasıl aynı cümle içinde durabildiğini de söyleyeceğiz.
kitaplara dekoratif bir unsur olarak yaklaşanlardan ya da her gece yatmadan önce altınlarını sayan cimriler gibi olmadığımı biliyorum. kitapların orada olmasını, karşısında durup kitaplığın raflarını yormayı, zaman zaman kelimenin tam manasıyla eski defterleri karıştırmayı seviyorum ben.
yine de biriktiriyor olma duygusunun verdiği bir yük her zaman oldu. bugünlerde bunun biriktirmekle alakalı olmadığını anladım. daha doğrusu çözdüm.
her okur, yeni bir şeyler öğrenmenin hazzını saymazsak okumaktan aldığı keyfin dışında iki duyguyu çok güçlü hisseder: kitap okumak ne güzel bir şey bundan sonra hep okuyacağım ve ben bu kitabı bir fırsat bulunca yeniden okurum arzusu.
"bana yeniden psikoloji kitapları okutturan adam" darian leader'ın, şimdi hangisinde olduğunu hatırlamadığım ama kadınlar neden yazdıkları her mektubu göndermez? ya da iş işten geçtikten sonra verilen sözler'den birinde olduğunu bildiğim bir tezi vardır.
orada, bir şey almaya niyeti olmadığı halde saatlerce mağaza dolaşan insanların motivasyonunu nereden aldığını anlatır. insanlar o ürünü orada görmekle ve böylece varlığından haberdar olmakla, eğer bir gün istersem ya da gerçekten ihtiyaç duyarsam alabilirim duygusu kazanıyormuş. peşi sıra da bu duygunun verdiği rahatlama ve keyif.
şimdi değil ama yarın sabah ne olacağını iyi biliyorum. kitaplığın karşısında duracağım, hiç aklımda yokken bir sürü kitabı karıştıracağım ve sonunda niteliksiz adam'ı durduğu yerden çıkaracağım.
alış-verişle aram hiçbir zaman iyi olmadı. yazınızı okurken “en son ne zaman saatlerce mağaza gezdim” diye düşünürken buldum kendimi. yeğenime mezuniyet kıyafeti alırkendi. akşama kadar dolaşıp ilk dükkanda çok beğendiği giysiyi almıştık sonunda. neden diye sorunca “ya daha güzeli varsa” deyivermişti.
YanıtlaSilbir ürüne ihtiyacım olmadan “du bakalım neler varmış” diye mağazada gezinmeyi de anlamam. hele internet çağında.
bir gün birşey lazım olursa, hazırda paran varsa arar bulursun zaten diye düşünürüm. hangi ürüne ihtiyacım var diye düşünmem ki. sistemin, reklamların, mahalle baskısının dayatmasıyla hemen herkesin ihtiyacından fazla eşyası var zaten.
yaşlandıkça; ölümlü olduğumu hücrelerime kadar idrak etmeye başladıkça, evde birikiveren şeyler daha bir batıyor gözüme. iki yıl kuralıma göre (:kullanmadığım eşya evden gider, mümkünse çöpe değil de gocunmadan alacak ihtiyacı olan birine ya da hayır kurumuna) eşyaları eleyince geriye sadece yeniden okumak isteyeceğim ya da oğluma bırakmak istediğim kitaplar ve güzel anısı olanlar kalıyor. ötesi sağlığın yerindeyse nasılsa yerine gelecek önemsiz şeyler.
o yüzden derim hep “eşyanın ‘az’ıyla yetinebilirim” ama sevgi ve aşkın ‘az’ıyla değil. kullanmayacağın eşya sayısını artırmak için çalışıp hayatını harcamak çok anlamsız değil mi sizce de?
gönderdiği mektuplardan daha çoğunu yazan kadınlardan biri de benim. işaret ettiğiniz kitap nedenlerini de açıklıyor mu merak ettim.
evet, kitap okumak ne güzel şey…
daha çocukken fark etmiştim "sahip olmak"ın nasıl bir yük olduğunu. "iyelik eklerine hayır" derdim. belki kitaplarım belki sevgilim; hepsi bu. aralarında ailem, oğlum veya kızım olmamasından anlayın ne kadar çocuk olduğumu.
YanıtlaSileşyanın "az"ını, sevginin ve aşkın "haz"zını dilerim sizin için.
kitaba ismini veren o sorunun muhteşem bir cevabı var. belki gerçek değildir ama ben bayılıyorum: çünkü kadın kendisi gider.
dilekleriniz için teşekkür ederim.
YanıtlaSilyazarın soruya verdiği cevaba gülümsememek elde değil :)
merakımı bağışlayın ama erkeklerin bu durumda nasıl davrandığından da bahsediyor mu kitap?
yani gördermedikleri mektupları yazarlar mı erkekler de ?
ya da "kendileri giderler" mi?
siz ne düşünüyorsunuz?
ben erkeklerin mektup yazmak gibi uzun soluklu ve emek isteyen bir işe girişeceğini sanmıyorum. başlayabilirlerse de, muhtemelen mektupları yarım kalıyor ve atmaya kıyamadıkları için belki bir gün tamam ederim diye saklıyorlar.
YanıtlaSilbence hiçbir erkek gidebileceği bir uzaklığa mektup yazmaz.