"bir eli tutmadan karşıdan karşıya geçmenin icat edildiği gün" ilk değildi. daha önce de kendimi yalnız hissettim. kolayca tahmin edebileceğiniz üzere son da değil.
yazın sonuna doğruydu. en fazla dört yaşında olmalıyım. çünkü dört yaşına kadar annemle babamın arasında yattığım anlatıldı. annem sağ, babam sol yanımda. o sabah uyandığımı, kendimi yatakta yalnız bulduğumu hatırlıyorum. evin sessizliğine doğru hem "anne" hem "baba" diye seslendim ama cevap veren olmadı.
vaktinden önce uyandığımı, aslında yeniden uyumam gerektiğini de hatırlıyorum. ama evin dışında bir ses duydum. bir çeşit makine sesi. bugünün ölçeğiyle yüz metre mesafede. ama o zaman çok uzaktı. annemle babamın orada olduğunu ve oraya gitmem gerektiğini çok güçlü bir şekilde hissettim.
sonrasında kendimi solu tamam, sağ ayağımı sokmaya çalıştığım yeşil lastik çizmeyle o sese yürürken buldum. giyenler o lastik çizmeleri iyi bilir; yağmur ve çamurda muhteşem, soğukta ve giymeye çalışırken zulüm.
doğuya yürüyordum. turuncu ufukta gün doğumu henüz başlamış, güneş batarken yanına aldığı renkleri birer birer iade etmeye başlamıştı. haliyle ışık neredeyse yere paralel geliyordu. biraz yeni uyandığım en çok da o ışık yüzünden gözümü doğru dürüst açamıyordum. yani ışığa ve ayağıma oldurmaya çalıştığım çizmeye rağmen o sese, anneme ve babama gidiyordum.
o an içimden, "ey gidi yalan dünya" dediğimi hatırlıyorum. elbette o kelimeleri bilemezdim, bu cümleyi kuramazdım. ama içimdeki, hüzne bulanmış duygunun tam da bu olduğuna adım gibi eminim. tıpkı rüyada bir metni okuyamasak da ne olduğunu hissettiğimiz gibi.
yazın sonuna doğruydu. en fazla dört yaşında olmalıyım. çünkü dört yaşına kadar annemle babamın arasında yattığım anlatıldı. annem sağ, babam sol yanımda. o sabah uyandığımı, kendimi yatakta yalnız bulduğumu hatırlıyorum. evin sessizliğine doğru hem "anne" hem "baba" diye seslendim ama cevap veren olmadı.
vaktinden önce uyandığımı, aslında yeniden uyumam gerektiğini de hatırlıyorum. ama evin dışında bir ses duydum. bir çeşit makine sesi. bugünün ölçeğiyle yüz metre mesafede. ama o zaman çok uzaktı. annemle babamın orada olduğunu ve oraya gitmem gerektiğini çok güçlü bir şekilde hissettim.
sonrasında kendimi solu tamam, sağ ayağımı sokmaya çalıştığım yeşil lastik çizmeyle o sese yürürken buldum. giyenler o lastik çizmeleri iyi bilir; yağmur ve çamurda muhteşem, soğukta ve giymeye çalışırken zulüm.
doğuya yürüyordum. turuncu ufukta gün doğumu henüz başlamış, güneş batarken yanına aldığı renkleri birer birer iade etmeye başlamıştı. haliyle ışık neredeyse yere paralel geliyordu. biraz yeni uyandığım en çok da o ışık yüzünden gözümü doğru dürüst açamıyordum. yani ışığa ve ayağıma oldurmaya çalıştığım çizmeye rağmen o sese, anneme ve babama gidiyordum.
o an içimden, "ey gidi yalan dünya" dediğimi hatırlıyorum. elbette o kelimeleri bilemezdim, bu cümleyi kuramazdım. ama içimdeki, hüzne bulanmış duygunun tam da bu olduğuna adım gibi eminim. tıpkı rüyada bir metni okuyamasak da ne olduğunu hissettiğimiz gibi.
"dört yaş insanın en çocuk çağıdır; sonra yalnızlık başlar" diye uyarladı zihnim...
YanıtlaSilüzüldüm.
silah olarak alper canıgüz ve alper kamu çekmişsiniz. ki alper canıgüz yazarımız, alper kamu da özdeşlik kurduğum son büyük kahramandır.
YanıtlaSilben de bunu, atilla atalay'dan, ebekulak'tan uyarladım.