çevirmen arkadaşlarımdan birine, bir kitabın yirmi sayfasını çevirmezsen ne olur, diye sormuştum. cevabı net oldu: hiçbir şey olmaz.
en iyisi baştan anlatmak galiba. ona da öyle yaptım.
*
şüphesiz, bir dilden başka bir dile geçen her cümle bazan çok bazan az ama mutlaka bir şeyler yitiriyor. bu açıdan bakınca bir kitabın başına gelecek olanı tahmin etmek hiç de zor değil. o yüzden arada köprü vazifesi gören çevirmenlik müessesenin önemi büyük.
sadece dili bilmenin yetmeyeceğini, edebiyat sevgisi ve edebi yeteneğin de bir çevirmenin olmazsa olmazlarından olduğunu hep söylerim. aksi takdirde ortaya çıkan metnin google translate'ten hallice bir toplam olacağını da.
bıkmadan örnek gösterdiğim gecenin sonuna yolculuk ve londra'da bir park, kalemleri de güçlü yiğit bener ve dost körpe yerine bir başkasının eline düşseydi en azından bendeki etkisi bu kadar güçlü olmayacaktı.
sadece güçlü bir kalem yetmiyormuş meğer. çevirmenin edebiyat bilgisine, genel kültüre ve iyi bir editöre de ihtiyacı varmış. aksi takdirde çıktı diye heyecanlandığınız, okuma listenizin en başına aldığınız bir kitap keyif yerine tedirginlik veriyor ve nihayetinde size bu yazıyı yazdırıyor.
*
her şey onuncu sayfada başladı: julien gracq'ın ünlü le rivage des syrtes romanı, orijinal adıyla yani fransızca yazılmış ve sayfanın altına 'yayına hazırlayan'ın notu düşülmüş: (isp.) karşı kıyı.
tam john fowles'dan sonra julien gracq'a kutsiyet izafe eden biri daha varmış diyordum ki, "karşı kıyı" da nereden çıktı sorusuna yanıt ararken buldum kendimi. hadi ispanyolca ile fransızcayı ayırt edememiş ve sözlük anlamından "karşı kıyı"ya ulaşmış olsun ama meslek olarak edebiyat yayıncılığını seçmiş bir kişinin sirte kıyısı'nı bilmiyor oluşu kabul edilemez.
elimde olmadan tedirgin oldum ve daha dikkatli okumaya başladım.
*
"american way of live" benim bildiğim dilimize "amerikan tarzı" diye yerleşmiş bir ifade. ama birebir çevirirseniz sayfanın en altına "amerikalıların yaşam tarzı" yazmak kaçınılmaz.
"yakında başlayacak avrupa kupası hakkında konuştular" cümlesini okuyunca, futbolda avrupa kupası diye bir şey yok ki, dedim. 'roman zamanı'na bakınca bunun dört yılda bir düzenlenen avrupa futbol şampiyonası olduğunu anladım. yazarı belki kendi ülkesindeki kullanıma uygun olarak ya da hata sonucu böyle yazdı ama hem çevirmen hem yayına hazırlayan bunu bilmek ve bu durumu okura bir biçimde bildirmek zorunda. üstelik bu durum iki yerde daha tekrar ediyor.
hiç "gallerli yazar" bilmiyorum mesela. bir kaç "galli" tanıyorum ama. "iskoçyalı"ya bu kadar yüksek sesle itiraz edemesem de "iskoç" demek daha doğru bence.
lou reed'in "walk on the wild side" şarkısını ben bile "yürü tehlikeli tarafta" diye çevirmem. onu öyle çeviren the beatles şarkısı "this boy"u "bu oğlan" diye çevirince şaşırmıyorsunuz haliyle.
hal böyle olunca "new yorklu irlandalıların pessoa'nın hayli tedirgin, gergin öğleden uykusundan uyanmış lizbonlulara benzediği eğlenceli, ilginç bir kitaptı." cümlesine ister istemez itiraz ediyor, "lizbonlularına" olmalı, diyorsunuz.
"direksiyonu solda olan bir araba sürmek isteyen ricardo oturdu sürücü koltuğuna" cümlesine hemen itimat edemiyor, dublin'de trafik soldan akmıyor muydu, diye sorguluyorsunuz.
"sanki 16 temmuz'da dublin'deki cenaze o kadar etkili olmuştu da" ifadesinde "temmuz'da"dan sonra virgül olmazsa bahsi geçen cenazenin on altı temmuzda yapıldığı anlaşılıyor ki aslında cenaze on altı haziranda yapılmıştı.
"pantolonunun cebine yassı bir saat koyup uzaklardaki bir papaz evinin merdivenlerini inmeye başladığını hayal etti." cümlesini okuyunca, "cep saati olabilir mi o? yoksa yassı saat diye bir şey mi var? ben bir şey kaçırmış olabilir miyim?" sorularını peş peşe sıralıyorsunuz.
*
kitabı bitirdim ama ok yaydan çıkmıştı bir kere.
yazarına, adına, konusuna ya da arka kapak yazısına, tanıtım yazılarına bakarak bildiğimiz ya da bilmediğimiz bir sürü çeviri kitabı alıyor, okuyoruz.
peki ya o kitaplar eksik çevrilmişse? yazar çeviride zorlandığı kısımları görmezden geldiyse? tıpkı ingilizceye çevrilen zemberek kuşunun güncesi gibi iki yüz sayfa ihmal edilmişse?
bir ara sosyal medya da çok popüler olan sefiller çevirisinde olduğu gibi yazara ayar vermeyi dipnotta değil kendi kendine yaparsa?
eseri dünya görüşüne ve hayata bakışına göre, hatta çeviriyi yaptığı dönemdeki psikolojisine göre şekillendirirse?
*
bunları düşündüğüm o günlerde bir akşam yemeğinde çevirmenlik yapan bir arkadaşımla görüştük. ona, bir kitabın yirmi sayfasını çevirmezsen ne olur, diye sordum.
* şükrü erbaş'ın köylüleri niçin öldürmeliyiz? şiirinin başlığından mülhem.
en iyisi baştan anlatmak galiba. ona da öyle yaptım.
*
şüphesiz, bir dilden başka bir dile geçen her cümle bazan çok bazan az ama mutlaka bir şeyler yitiriyor. bu açıdan bakınca bir kitabın başına gelecek olanı tahmin etmek hiç de zor değil. o yüzden arada köprü vazifesi gören çevirmenlik müessesenin önemi büyük.
sadece dili bilmenin yetmeyeceğini, edebiyat sevgisi ve edebi yeteneğin de bir çevirmenin olmazsa olmazlarından olduğunu hep söylerim. aksi takdirde ortaya çıkan metnin google translate'ten hallice bir toplam olacağını da.
bıkmadan örnek gösterdiğim gecenin sonuna yolculuk ve londra'da bir park, kalemleri de güçlü yiğit bener ve dost körpe yerine bir başkasının eline düşseydi en azından bendeki etkisi bu kadar güçlü olmayacaktı.
sadece güçlü bir kalem yetmiyormuş meğer. çevirmenin edebiyat bilgisine, genel kültüre ve iyi bir editöre de ihtiyacı varmış. aksi takdirde çıktı diye heyecanlandığınız, okuma listenizin en başına aldığınız bir kitap keyif yerine tedirginlik veriyor ve nihayetinde size bu yazıyı yazdırıyor.
*
her şey onuncu sayfada başladı: julien gracq'ın ünlü le rivage des syrtes romanı, orijinal adıyla yani fransızca yazılmış ve sayfanın altına 'yayına hazırlayan'ın notu düşülmüş: (isp.) karşı kıyı.
tam john fowles'dan sonra julien gracq'a kutsiyet izafe eden biri daha varmış diyordum ki, "karşı kıyı" da nereden çıktı sorusuna yanıt ararken buldum kendimi. hadi ispanyolca ile fransızcayı ayırt edememiş ve sözlük anlamından "karşı kıyı"ya ulaşmış olsun ama meslek olarak edebiyat yayıncılığını seçmiş bir kişinin sirte kıyısı'nı bilmiyor oluşu kabul edilemez.
elimde olmadan tedirgin oldum ve daha dikkatli okumaya başladım.
*
"american way of live" benim bildiğim dilimize "amerikan tarzı" diye yerleşmiş bir ifade. ama birebir çevirirseniz sayfanın en altına "amerikalıların yaşam tarzı" yazmak kaçınılmaz.
"yakında başlayacak avrupa kupası hakkında konuştular" cümlesini okuyunca, futbolda avrupa kupası diye bir şey yok ki, dedim. 'roman zamanı'na bakınca bunun dört yılda bir düzenlenen avrupa futbol şampiyonası olduğunu anladım. yazarı belki kendi ülkesindeki kullanıma uygun olarak ya da hata sonucu böyle yazdı ama hem çevirmen hem yayına hazırlayan bunu bilmek ve bu durumu okura bir biçimde bildirmek zorunda. üstelik bu durum iki yerde daha tekrar ediyor.
hiç "gallerli yazar" bilmiyorum mesela. bir kaç "galli" tanıyorum ama. "iskoçyalı"ya bu kadar yüksek sesle itiraz edemesem de "iskoç" demek daha doğru bence.
lou reed'in "walk on the wild side" şarkısını ben bile "yürü tehlikeli tarafta" diye çevirmem. onu öyle çeviren the beatles şarkısı "this boy"u "bu oğlan" diye çevirince şaşırmıyorsunuz haliyle.
hal böyle olunca "new yorklu irlandalıların pessoa'nın hayli tedirgin, gergin öğleden uykusundan uyanmış lizbonlulara benzediği eğlenceli, ilginç bir kitaptı." cümlesine ister istemez itiraz ediyor, "lizbonlularına" olmalı, diyorsunuz.
"direksiyonu solda olan bir araba sürmek isteyen ricardo oturdu sürücü koltuğuna" cümlesine hemen itimat edemiyor, dublin'de trafik soldan akmıyor muydu, diye sorguluyorsunuz.
"sanki 16 temmuz'da dublin'deki cenaze o kadar etkili olmuştu da" ifadesinde "temmuz'da"dan sonra virgül olmazsa bahsi geçen cenazenin on altı temmuzda yapıldığı anlaşılıyor ki aslında cenaze on altı haziranda yapılmıştı.
"pantolonunun cebine yassı bir saat koyup uzaklardaki bir papaz evinin merdivenlerini inmeye başladığını hayal etti." cümlesini okuyunca, "cep saati olabilir mi o? yoksa yassı saat diye bir şey mi var? ben bir şey kaçırmış olabilir miyim?" sorularını peş peşe sıralıyorsunuz.
*
kitabı bitirdim ama ok yaydan çıkmıştı bir kere.
yazarına, adına, konusuna ya da arka kapak yazısına, tanıtım yazılarına bakarak bildiğimiz ya da bilmediğimiz bir sürü çeviri kitabı alıyor, okuyoruz.
peki ya o kitaplar eksik çevrilmişse? yazar çeviride zorlandığı kısımları görmezden geldiyse? tıpkı ingilizceye çevrilen zemberek kuşunun güncesi gibi iki yüz sayfa ihmal edilmişse?
bir ara sosyal medya da çok popüler olan sefiller çevirisinde olduğu gibi yazara ayar vermeyi dipnotta değil kendi kendine yaparsa?
eseri dünya görüşüne ve hayata bakışına göre, hatta çeviriyi yaptığı dönemdeki psikolojisine göre şekillendirirse?
*
bunları düşündüğüm o günlerde bir akşam yemeğinde çevirmenlik yapan bir arkadaşımla görüştük. ona, bir kitabın yirmi sayfasını çevirmezsen ne olur, diye sordum.
* şükrü erbaş'ın köylüleri niçin öldürmeliyiz? şiirinin başlığından mülhem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder