forrest gump'ı izlediniz mi? bin dokuz yüz doksan dört tarihli bu "amerikan masalı"nı ben dün izledim. masal gibiydi.
pamuk şekeri, atlı karınca, bahçede hortumla duş almak gibi falan...
fark ediyorum ki, sevdiğim bir çok sahne içinden bir tanesi hem son okuduğum kitaplardan biri hem kişisel ilgilerim yüzünden öne çıkmış.
forrest, kendisine cennet zamanı kadar uzun gelen ve hiç bitmeyecek sandığı gecenin sabahında jenny'yi yanında bulamayınca, bir ihtimal diyerek jenny'nin odasına gidiyor hani. boş odaya bomboş gözlerle bakıyor öylece. sonra evin içinde oturuyor. bu böyle belki günler haftalar sürüyor. nihayet, verandada otururken aniden koşmaya başlıyor.
tam üç yıl, iki ay, on dört gün, on altı saat boyunca koşuyor. ve sonunda, annesinin, "hayata devam edebilmen için geçmişi arkanda bırakman gerekir," demesini hatırlıyor. galiba, kendisi de bunun için koşmuştur.
*
kitap ise, junot diaz'dan: ve işte onu böyle kaybedersin. bahsettiğim yer ise aşağıda.
üniversiteli bir çocuk olursunuz sonra. son sınıftır, ama sözde. herkesten ve her şeyden kaçarak akşam üzerlerinde havuza gidersiniz. klor gözlerinizi yakar. ağlasanız bile anlamazsınız. hiç kimse anlamaz.
bazı şeyler size her zaman hazırlıklı olmayı öğretir. takım elbiselerin, kot pantolonların, pijamaların altına kimselerin görmediği, göremeyeceği koşu ayakkabıları giyersiniz.
kim bilir? belki de bir sabah uyanır, koşmaya başlarsınız.
pamuk şekeri, atlı karınca, bahçede hortumla duş almak gibi falan...
fark ediyorum ki, sevdiğim bir çok sahne içinden bir tanesi hem son okuduğum kitaplardan biri hem kişisel ilgilerim yüzünden öne çıkmış.
forrest, kendisine cennet zamanı kadar uzun gelen ve hiç bitmeyecek sandığı gecenin sabahında jenny'yi yanında bulamayınca, bir ihtimal diyerek jenny'nin odasına gidiyor hani. boş odaya bomboş gözlerle bakıyor öylece. sonra evin içinde oturuyor. bu böyle belki günler haftalar sürüyor. nihayet, verandada otururken aniden koşmaya başlıyor.
tam üç yıl, iki ay, on dört gün, on altı saat boyunca koşuyor. ve sonunda, annesinin, "hayata devam edebilmen için geçmişi arkanda bırakman gerekir," demesini hatırlıyor. galiba, kendisi de bunun için koşmuştur.
*
kitap ise, junot diaz'dan: ve işte onu böyle kaybedersin. bahsettiğim yer ise aşağıda.
"kadınlara ara verirsin. işine dönmeye çalışırsın, yazmaya. üç romana başlarsın; biri beyzbol oyuncusuna, biri narkotik polise, biri ise bir serseriye dairdir - üçü de pipo içer. (...) seni düşüncelerinden uzaklaştıracak bir şeye ihtiyacın olduğuna karar verirsin. gerçekten ihtiyacın varmış çünkü haftada beş-altı kez koşmaya başlarsın. yeni bağımlılığın, sabahları ve charles yakınlarındaki patikalarda kimseler yokken geceleri koşarsın. kendini o kadar zorlarsın ki bazen kalbin duracak gibi olur. kış geldiğinde koşmayı bırakacağına dair bir korku düşer içine fakat o aktiviteye her şeyden daha fazla ihtiyaç duyarsın; bu yüzden ağaçlar yapraklarını dökerken, patikalar boşalırken, ayaz kemiklerine işlerken bile koşmaya devam edersin. bir süre sonra bir tek sen ve iki deli daha kalırsınız. bedenin değişmeye başlar, bütün o içki ve sigara hastalığını atarsın, bir süre sonra bacakların başkasına aitmiş gibi görünmeye başlar. ne zaman eski nişanlını düşünsen; ne zaman yalnızlık, kaynayan, yanan bir kıta gibi kükreyerek arkana yanaşsa bağcıklarını bağlayıp parkurun yolunu tutarsın ve bu gerçekten işe yarar."*
üniversiteli bir çocuk olursunuz sonra. son sınıftır, ama sözde. herkesten ve her şeyden kaçarak akşam üzerlerinde havuza gidersiniz. klor gözlerinizi yakar. ağlasanız bile anlamazsınız. hiç kimse anlamaz.
bazı şeyler size her zaman hazırlıklı olmayı öğretir. takım elbiselerin, kot pantolonların, pijamaların altına kimselerin görmediği, göremeyeceği koşu ayakkabıları giyersiniz.
kim bilir? belki de bir sabah uyanır, koşmaya başlarsınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder