selçuk burada. bu vesileyle onun "pis adam!" deyişini taklit eden(!) eski zaman kadınlarına selam olsun.
müstehzi bir ifadeyle "sanki ilk defa orada" diyeceklere, "haklısınız," dedikten sonra, amacımın selçuk'un varlığının varlığıma eklemlenen dost yanından bahsetmek olmadığını da belirteyim.
buradan, "o halde bu bahis neden," sorusunun cevabına geçebiliriz.
*
bundan yıllar önce yolum denize karşı bir şehre düşmüştü. kız meselesiydi. onu göremediğim zamanlarda şehrin sokaklarında dolaşıyor, iş hanı ve pasajların bodrum katlarında kalmış dükkanları keşfediyordum.
şehrin tek sinemasının olduğu iş hanında bir sahafa rastladım. sinemadan çıkışta, seyircileri dışarı götüren merdivenin sonunda karşıma çıktı. camekanda "satılık ve kiralık kitaplar" yazıyordu. içeri girdim.
sahibi kıyafetine özen göstermeyi yıllar önce bıraktığı belli, seyrek beyaz saçları darmadağınık, ellerinin üzerindeki damarları kolayca sayabileceğiniz kadar zayıf, yaşlı bir adamdı. selamlaştık. o elindeki kitabın tamirine geri döndü ben de rafların bir adım gerisinde durup kitap sırtlarını seyre daldım. sonra da rafları yormaya başladım.
ilk dikkatimi çeken insanlar yaşadıkça olmuştu. ilk defa küçük bir çocukken izlediğim ama daha sonra defalarca izleyeceğim, çocuk aklımla ve kalbimle beni çarpan from here to eternity'ye senaryosunu veren bu kitaba nasıl kayıtsız kalabilirdim ki? üstelik nasıl unutabilirim?
sonra o ikisini gördüm. ilyada ve odysseia... ilk aşk gibiydi. gerçekliğinden emin olmak için bir süre bekledim. dokunursam altın tozuna dönüşeceklerdi sanki. ya da elim boşlukta yol alacak, aslında hayal gördüğümü fark edecektim.
nihayet cesaretimi topladım. ya da heyecanıma yenildim. elimi sander yayınları'ndan çıkma hazineye uzattım. azra erhat ve a. kadir çevirisi. düşünüyorum ve o güzellikte başka bir kapak gelmiyor aklıma.
ilyada ve odysseia'yı henüz okumamıştım ve öyle hissettim ki eğer okuyacaksam bu kitaplardan okuyacaktım. o ana kadar okumayışımın nedeni de bu kitaplardan okuyayım diyeydi.
bu üç kitabı aldım. heyecanımı belli etmemeye çalışarak dükkan sahibinin karşısına yürüdüm. kitaplara baktı; insanlar yaşadıkça'nın fiyatını söyledi. diğerleri satılık değil kiralıktı. ne? kiralık mı? "hepsi buraya kadarmış ahbab!..."
kitapları ilk gördüğüm anda hissettiğim aşka benzer duygular benzerliği geçmiş aşk olmuştu: birincisi; kitabı kiralayıp, okuyup sonra da iade edecek kadar zamanım yoktu. ikincisi; altını çizmeden kitap okuyamazdım. üçüncüsü ise, o iki kitap benim olsun istiyordum.
tam bir yıl sonra yeniden girdim o dükkana. güzel bir tesadüfle selçuk da o şehirdeydi. evet, kız meselesi. bir yıl boyunca benden dinlediği hikâyeye bu defa yerinde şahitlik etti. dükkan sahibi adamın sanki beni tanıyormuş gibi şehvetle "onlar satılık değil, kiralık" deyişini, bunun üzerine "eğer bu kitaplara olan ilginiz ticari, amacınız kiralayarak para kazanmak ise ben size yeni baskılarını alayım siz de onları okurlara kiralayın," deyişimi ve karşılığında aldığım "olmaz öyle," yanıtını yerinde gördü. hatta bana kiralayıp iade etmemeyi teklif etti. bunda benim hiçbir suçum olmayacaktı. eğer bu yüzden günah defterine bir satır daha eklenecekse de sorun değildi. "gerek yok," dedim. nasıl olsa bulurdum bir yerlerde. uzun süre aradım. ve nihayet odyssiea'yı ankara sahaflarından birinde buldum. ama ilyada yoktu.
bu iki kitap yüzünden hiç olmadığım kadar aptal ve kaba davrandığım, sonrasında kalp kırdığım da oldu. oysa beni mutlu etmek istemiş, internetten bulduğu iki kitabı benim için satın almıştı. "izin vermediğim birisi bana asla aşık olamaz" gibi davranmıştım. bu ne cüret? ne hakla bana hediye alıyorsun?
bir yaz tatilinde ilyada da ortaya çıktı. basri amcanın kitaplığında. çok okuyan, kitaplarına muhabbetle bağlı bir adam. emekli tarih öğretmeni. selçuk'un babası. selçuk'a "onu istiyorum!" dedim. bu istediğim karşısında selçuk'un içinden geçen ürpertiyi görmeliydiniz.
yıllar sonra. nihayet başardı. buraya geldiğinde yolculuk çantasında ilyada da vardı.
*
ona itiraf etmediğim bir şeyi belki burada itiraf edebilirim. modern zamanlarda ne kadar yol filmi ya da anlatı varsa, hepsine esin kaynağı olmuş bu kitapları okumadan da ölebilirim. çünkü benim kahramanım bir süredir stick man.
tek amacı eşine ve üç çocuğuna dönmek olan çubuk adam...
müstehzi bir ifadeyle "sanki ilk defa orada" diyeceklere, "haklısınız," dedikten sonra, amacımın selçuk'un varlığının varlığıma eklemlenen dost yanından bahsetmek olmadığını da belirteyim.
buradan, "o halde bu bahis neden," sorusunun cevabına geçebiliriz.
*
bundan yıllar önce yolum denize karşı bir şehre düşmüştü. kız meselesiydi. onu göremediğim zamanlarda şehrin sokaklarında dolaşıyor, iş hanı ve pasajların bodrum katlarında kalmış dükkanları keşfediyordum.
şehrin tek sinemasının olduğu iş hanında bir sahafa rastladım. sinemadan çıkışta, seyircileri dışarı götüren merdivenin sonunda karşıma çıktı. camekanda "satılık ve kiralık kitaplar" yazıyordu. içeri girdim.
sahibi kıyafetine özen göstermeyi yıllar önce bıraktığı belli, seyrek beyaz saçları darmadağınık, ellerinin üzerindeki damarları kolayca sayabileceğiniz kadar zayıf, yaşlı bir adamdı. selamlaştık. o elindeki kitabın tamirine geri döndü ben de rafların bir adım gerisinde durup kitap sırtlarını seyre daldım. sonra da rafları yormaya başladım.
ilk dikkatimi çeken insanlar yaşadıkça olmuştu. ilk defa küçük bir çocukken izlediğim ama daha sonra defalarca izleyeceğim, çocuk aklımla ve kalbimle beni çarpan from here to eternity'ye senaryosunu veren bu kitaba nasıl kayıtsız kalabilirdim ki? üstelik nasıl unutabilirim?
sonra o ikisini gördüm. ilyada ve odysseia... ilk aşk gibiydi. gerçekliğinden emin olmak için bir süre bekledim. dokunursam altın tozuna dönüşeceklerdi sanki. ya da elim boşlukta yol alacak, aslında hayal gördüğümü fark edecektim.
nihayet cesaretimi topladım. ya da heyecanıma yenildim. elimi sander yayınları'ndan çıkma hazineye uzattım. azra erhat ve a. kadir çevirisi. düşünüyorum ve o güzellikte başka bir kapak gelmiyor aklıma.
ilyada ve odysseia'yı henüz okumamıştım ve öyle hissettim ki eğer okuyacaksam bu kitaplardan okuyacaktım. o ana kadar okumayışımın nedeni de bu kitaplardan okuyayım diyeydi.
bu üç kitabı aldım. heyecanımı belli etmemeye çalışarak dükkan sahibinin karşısına yürüdüm. kitaplara baktı; insanlar yaşadıkça'nın fiyatını söyledi. diğerleri satılık değil kiralıktı. ne? kiralık mı? "hepsi buraya kadarmış ahbab!..."
kitapları ilk gördüğüm anda hissettiğim aşka benzer duygular benzerliği geçmiş aşk olmuştu: birincisi; kitabı kiralayıp, okuyup sonra da iade edecek kadar zamanım yoktu. ikincisi; altını çizmeden kitap okuyamazdım. üçüncüsü ise, o iki kitap benim olsun istiyordum.
tam bir yıl sonra yeniden girdim o dükkana. güzel bir tesadüfle selçuk da o şehirdeydi. evet, kız meselesi. bir yıl boyunca benden dinlediği hikâyeye bu defa yerinde şahitlik etti. dükkan sahibi adamın sanki beni tanıyormuş gibi şehvetle "onlar satılık değil, kiralık" deyişini, bunun üzerine "eğer bu kitaplara olan ilginiz ticari, amacınız kiralayarak para kazanmak ise ben size yeni baskılarını alayım siz de onları okurlara kiralayın," deyişimi ve karşılığında aldığım "olmaz öyle," yanıtını yerinde gördü. hatta bana kiralayıp iade etmemeyi teklif etti. bunda benim hiçbir suçum olmayacaktı. eğer bu yüzden günah defterine bir satır daha eklenecekse de sorun değildi. "gerek yok," dedim. nasıl olsa bulurdum bir yerlerde. uzun süre aradım. ve nihayet odyssiea'yı ankara sahaflarından birinde buldum. ama ilyada yoktu.
bu iki kitap yüzünden hiç olmadığım kadar aptal ve kaba davrandığım, sonrasında kalp kırdığım da oldu. oysa beni mutlu etmek istemiş, internetten bulduğu iki kitabı benim için satın almıştı. "izin vermediğim birisi bana asla aşık olamaz" gibi davranmıştım. bu ne cüret? ne hakla bana hediye alıyorsun?
bir yaz tatilinde ilyada da ortaya çıktı. basri amcanın kitaplığında. çok okuyan, kitaplarına muhabbetle bağlı bir adam. emekli tarih öğretmeni. selçuk'un babası. selçuk'a "onu istiyorum!" dedim. bu istediğim karşısında selçuk'un içinden geçen ürpertiyi görmeliydiniz.
yıllar sonra. nihayet başardı. buraya geldiğinde yolculuk çantasında ilyada da vardı.
*
ona itiraf etmediğim bir şeyi belki burada itiraf edebilirim. modern zamanlarda ne kadar yol filmi ya da anlatı varsa, hepsine esin kaynağı olmuş bu kitapları okumadan da ölebilirim. çünkü benim kahramanım bir süredir stick man.
tek amacı eşine ve üç çocuğuna dönmek olan çubuk adam...
Yazılarınızı okurken şöyle bir hisse kapılıyorum.parmak uçlarımda yürümeliyim,kimseye zarar vermeden,oldukça naif ve zarif....yazılarınız için yorum yazma cüretim dahi yok.
YanıtlaSilburada ya da başka bir yerde her çeşit his sizin tasarrufunuzda. kafanıza göre takılmanızı rica ederim. sadece sol üstte yer alan "yasal uyarı"yı dikkate almanız bana yeter.
YanıtlaSil