4 Temmuz 2015 Cumartesi

serena williams

türkçenin en büyük şairi ismet özel, karlı bir gece vakti dostu uyandırmak'a "benim adım insanların hizasına yazılmıştır" diyerek başlar. eğer bu yazı bir şiir olsaydı, "serena williams adı kahramanlarımın yanına yazılmıştır" diye başlardı.

sadun ve oda boro, maradona, muhammed ali, john stephen akhwari, tommie smith, peter norman, john carlos, rubin "hurricane" carter ve naim süleymanoğlu'nun hemen yanına.

teniste güce dayalı oyunu sevmediğim için, serena williams hiçbir zaman "benim oyuncularım"dan olmadı. şu an aktif kadın tenisçilerden bir kaç gömlek üstün tekniği bile bunu değiştiremezdi.

ama bugün akşam üzeri wimbledon üçüncü tur maçını izlerken her şey değişti. rakibi ingiltere'yi temsil eden heather watson'dı ve o çok övülen centilmen, aristokrat, uygar ingiliz seyircisinin desteğini arkasına almıştı. aslında bütün bu sıfatları terk edip bir tane ile yetinmek de mümkün: aşağılık...

bırakın rakibe saygıyı oyununu bozmak için ellerinden geleni yaptılar. ben daha önce seyircinin tribün yaptığı, futbol seyircisi gibi davrandığı maçlar da gördüm. ama bu farklıydı. serana arenaya çıkmış bir gladyatör gibiydi. yaklaşık on beş bin seyirci aslanlar onu parçalasın istiyordu. eğer bunu aslanlar yapmayacaksa kendileri yapmaya hazırdı.

serena'ya baktıkça kuzey carolina'daki harry harding lisesi'ne kabul edilen ilk siyahi öğrenci olan dorothy counts'un acısını hatırladım. onun gibi soylu, güçlü...

ağlamasını bekledim. ya da maçı bırakıp gitmesini. ama bırakmadı. yorgunluğa, aşağılık seyirciye ve maçı tribünden izleyen annesinin "kızım bunu hak edecek ne yaptı?" bakışlarına direndi ve sonunda kazandı. sevinmedi bile.

bugün orada en az lady godiva kadar yalnızdı. insanlık onuru için ayakta durdu. ama hiç kimse gözlerini kapamadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder