perşembe akşamı kimyacı gürcü yılmaz aradı. king oynamaya niyet etmişler ama "kingin bir türlü bitmek bilmeyen dördüncü sorunsalı" yüzünden olmamış. bu kutsal görevden kaçmak olmazdı. kaçmadım.
o yüzden çıktım evden. yoksa tam iyileşmiş sayılmam. bayrak töreninden sonra üç kişi öğretmen evine geldiler. ben biraz erken gitmiş gazete falan okumuş isabetli bir kararla kraltv'ye sabitlenen televizyonda bildiğim bir kaç şarkıya bile denk gelmiştim.
oyundan sonra da markete uğradım. evet, adını cumhuriyet meydanındaki kadim ağaçtan alan şehrin en büyük marketine. sebze meyve reyonundaydım. salkım domatesi kokusu var mı diye merakla burnuma yaklaştırmış ve derin bir nefes almıştım ki abdullah'ın sesini duydum. marketin müdürü. gizli ortağı. ilkokul arkadaşım. peşine birinci tekil şahıs iyelik ekini eklemlediği adımla bana sesleniyordu.
istanbullarda yaptırdığı dişlerini göstere göstere yanıma geldi. elimdeki domatesi aldı, "boş ver domatesi," dedi. "cibilliyetsiz bir şey. yüz kişiye sorsan doksan dokuzu sebze der. aslında meyvedir. meyvelerin oraya koyalım diyorum ama büyük patron izin vermiyor. hem bu mevsimde domates mi yenir oğlum?"
biliyorum, küçüklüğünde ebeveynlerine karşı, "babacığım bugün sizi çok iyi gördüm," ya da "anneciğim elinize sağlık su böreği çok güzel olmuş," benzeri cümleler kurarak büyümüş, yetişkinliğinde de, akşamları ropdöşambırını çekip kitap odasında kitap okuyan fularlı adam izlenimi veriyorum ama öyle değilim. üstelik adam ilkokul arkadaşım. bırakın da istediği gibi konuşsun.
sonra reyonun biraz ilerisini işaret edip, "sana salatalık vereyim." dedi. sevgililer günü için özel gelmiş. ama önce "sebze-meyve" bahsini halledeyim istedim ve saldırdım:
"salatalık da ne demek abdullahım? bunun adı hıyar. argoya mal olduğu için artık o kelimeyi duymaktan korkanlardan mısın? eminim internette kızlarla çetleşirken ya da mesaj yazarken argo bir şey demen gerektiğinde bilerek bir harfi atlıyorsundur. ilk fırsatta müdür odasına git, masanda duran ama feysbuka bakmaktan başka bir işe yaramayan bilgisayarını aç ve barış manço'nun cacık diye bir şarkısı var, yutupta bulup dinle. bir de sakın, "benim kızlarla ne işim olur?" deme."
genetikçilerin üzerinde biraz düzeltme yapıp dört yapraklı yoncalar ürettiğini ve bu dört yapraklı yoncaların saksılarıyla beraber markette satıldığını görünce ne hissettiysem yine aynısı oldu. bir yaşıma daha girdim.
efendim... bu "hıyar"ın adı "amor". yani "aşk". abdullah göstermese fark etmez, fark etsem bile bu da ne böyle diyerek elimi bile sürmezdim. sanki boylu boyunca bir dilim çıkartılmış ve kabuğu geriye yapıştırılmış gibi bir yarık var. ve o dilim olduğu gibi yarığın ters tarafına ilave edilmiş sanki. ve dilimlediğiniz de, "kalp kalp kalp"...
on dört şubat kahvaltı ve salatalarınız için şefinizin tavsiyesi.
sevgililer günü tüketim toplumunun bir dayatması ya da bize her gün sevgililer günü diyenler ise bu akşam salatalarından veya yarın kahvaltı tabaklarından başlayabilir.
o yüzden çıktım evden. yoksa tam iyileşmiş sayılmam. bayrak töreninden sonra üç kişi öğretmen evine geldiler. ben biraz erken gitmiş gazete falan okumuş isabetli bir kararla kraltv'ye sabitlenen televizyonda bildiğim bir kaç şarkıya bile denk gelmiştim.
oyundan sonra da markete uğradım. evet, adını cumhuriyet meydanındaki kadim ağaçtan alan şehrin en büyük marketine. sebze meyve reyonundaydım. salkım domatesi kokusu var mı diye merakla burnuma yaklaştırmış ve derin bir nefes almıştım ki abdullah'ın sesini duydum. marketin müdürü. gizli ortağı. ilkokul arkadaşım. peşine birinci tekil şahıs iyelik ekini eklemlediği adımla bana sesleniyordu.
istanbullarda yaptırdığı dişlerini göstere göstere yanıma geldi. elimdeki domatesi aldı, "boş ver domatesi," dedi. "cibilliyetsiz bir şey. yüz kişiye sorsan doksan dokuzu sebze der. aslında meyvedir. meyvelerin oraya koyalım diyorum ama büyük patron izin vermiyor. hem bu mevsimde domates mi yenir oğlum?"
biliyorum, küçüklüğünde ebeveynlerine karşı, "babacığım bugün sizi çok iyi gördüm," ya da "anneciğim elinize sağlık su böreği çok güzel olmuş," benzeri cümleler kurarak büyümüş, yetişkinliğinde de, akşamları ropdöşambırını çekip kitap odasında kitap okuyan fularlı adam izlenimi veriyorum ama öyle değilim. üstelik adam ilkokul arkadaşım. bırakın da istediği gibi konuşsun.
sonra reyonun biraz ilerisini işaret edip, "sana salatalık vereyim." dedi. sevgililer günü için özel gelmiş. ama önce "sebze-meyve" bahsini halledeyim istedim ve saldırdım:
"salatalık da ne demek abdullahım? bunun adı hıyar. argoya mal olduğu için artık o kelimeyi duymaktan korkanlardan mısın? eminim internette kızlarla çetleşirken ya da mesaj yazarken argo bir şey demen gerektiğinde bilerek bir harfi atlıyorsundur. ilk fırsatta müdür odasına git, masanda duran ama feysbuka bakmaktan başka bir işe yaramayan bilgisayarını aç ve barış manço'nun cacık diye bir şarkısı var, yutupta bulup dinle. bir de sakın, "benim kızlarla ne işim olur?" deme."
genetikçilerin üzerinde biraz düzeltme yapıp dört yapraklı yoncalar ürettiğini ve bu dört yapraklı yoncaların saksılarıyla beraber markette satıldığını görünce ne hissettiysem yine aynısı oldu. bir yaşıma daha girdim.
efendim... bu "hıyar"ın adı "amor". yani "aşk". abdullah göstermese fark etmez, fark etsem bile bu da ne böyle diyerek elimi bile sürmezdim. sanki boylu boyunca bir dilim çıkartılmış ve kabuğu geriye yapıştırılmış gibi bir yarık var. ve o dilim olduğu gibi yarığın ters tarafına ilave edilmiş sanki. ve dilimlediğiniz de, "kalp kalp kalp"...
on dört şubat kahvaltı ve salatalarınız için şefinizin tavsiyesi.
sevgililer günü tüketim toplumunun bir dayatması ya da bize her gün sevgililer günü diyenler ise bu akşam salatalarından veya yarın kahvaltı tabaklarından başlayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder