anton çehov'un aynı isimde, aşkın olası güzergahını, uğradığı sapakları müthiş bir doğallık ve sadelikle anlatan bir öyküsü vardır. ki bu öyküyü "aşkın öyküleri üçlemesi"nde anmıştık.
evet, girizgahtan anladığınız doğru. bu yazıda o öyküden bahsetmeyeceğiz.
*
hâlâ koşmayı seviyorum. haftada en az üç sabah, "hilal"in bir ucundan diğerine, yani fenerden balıkçı sığınağına kadar koşup dönüyorum. bazan, evde kahvaltı için ekmek olmadığı zamanlarda yani, fenere dönerken yol üzerindeki bir fırından ekmek ve zeytinli poğaça alıp yolun kalanını sallana sallana yürüyerek tamamladığım da oluyor.
bu arada, size anlatmadım ama deniz fenerinin karşısına, şehri büyük şehirlere götüren şehirler arası yolun diğer tarafına bir site yapıldı. geçen sene yaz sonunda başladıkları inşaatı bu sene baharın yaza temas ettiği günlerde bitirdiler. o zamanki belediye başkanından aldıkları desteğe rağmen eski nato üssünün hâlâ askeri bölge hüviyetini koruması nedeniyle çok katlı bina için ruhsat alamamışlar. amerikan banliyö dizilerindeki gibi çift katlı, verandalı, bahçeli on yedi tane ev. sitenin adı büyük bir yaratıcılık örneği(!): deniz feneri evleri...
ama sloganları başarılıydı: "şehrin dışında kalın".
sadece sürünün değil, şehrin de dışında kalın...
*
geçtiğimiz yaz, temmuzdu galiba. market alış verişi sırasında bir kadın gördüm. ilk anda aklımdan geçen, "sadece bu şehrin değil, tüm dünyanın yaş grubunuzdaki en güzel kadını siz olmalısınız," oldu. umarım bunu sesli söylememişimdir.
sonra unuttum gitti. anlayacağınız sıradanım çok; herkes gibi ben de kolayca unutuyorum.
aynı kadın günlerin kısalmaya başlamasıyla yeniden ortaya çıktı. evde kahvaltı için ekmek olmadığı bir sabah yol üzerindeki bir fırından ekmek ve zeytinli poğaça almış, hatta ucundan kopardığım parçayı yiye yiye geri dönerken ona rastladım.
golden retriever cinsi köpeğinin tasmasını tutuyordu. ve muhtemelen deniz feneri evlerinde kalıyordu.
hemen ekmeğin kopardığım ucunu sakladım. elimde olmadan o tarafa baktım. ve göz göze geldik, "günaydın," dedim. gülümsedi. gamzeleri varmış. ve bu güzel.
sonra kaçarcasına yürüdüm. gören ocakta yemeğim, okula yetişecek çocuğum var sanabilirdi.
*
bence yetmiş yaşlarında. ama en fazla ellilerinde gösteriyor. hatta, buraya yaz tatiline gelmiş eski bir artist olduğunu bile düşündüm. ecnebilerin ev alıp buraya yerleşmesi nadirattan olduğu için aşık olduğu bir gurbetçinin peşi sıra gelmiş avrupalı da olabilirdi.
ortalamanın üzerinde bir boyu, bedeninin vazgeçilmemiş bir manken formu var. bakımlı elleri o kadar güzel ki şu ana kadar gördüğüm en güzel eller onun olabilir. biçimli ayakları ve onu bütünleyen bileklerin uyumunu ise görmelisiniz. etek giydiğini hiç görmedim. sadece pantolon giyiyor. ayak bileklerini ele veren pantolonlar.
siyah kemik çerçeveli gözlüklerinin ardındaki gri gözlerini, omuzlarına değdi değecek sarı saçlarını, daima nar rengi bir rujla görünür kıldığı dudaklarını da... ama ben en çok burnunu seviyorum. o kadar güzel ki, sanki toprak altından çıkartılmış bir mermer heykelden ödünç alınmış gibi.
kostüm tercihi ise ayrı bir dünya. bugünlerde bele oturan bir yağmurluk giyiyor mesela. bele oturan kostümler tercih eden bir kadın bizim buralarda yağmurluk giymez, yağmurluk giyen tayfa ise bele oturan bir yağmurluğu hakaret sayar.
*
hiç konuşmadık. henüz köpeğini de sevmiş değilim. sadece tebessümler ve gamzeler eşliğinde selamlaşıyoruz.
bu yazıyı ise uzaktan onları gördüğüm ve yan yana gelinceye kadar üstümü başımı, yürüyüşümü düzelttiğim bir sabah, bir kaç tekrarla hazır ettiğim "günaydın"ı kendisine sunduktan sonra aldığım gülümsemenin onuruyla, bana neler oluyor, diyerek yazıyorum.
evet, girizgahtan anladığınız doğru. bu yazıda o öyküden bahsetmeyeceğiz.
*
hâlâ koşmayı seviyorum. haftada en az üç sabah, "hilal"in bir ucundan diğerine, yani fenerden balıkçı sığınağına kadar koşup dönüyorum. bazan, evde kahvaltı için ekmek olmadığı zamanlarda yani, fenere dönerken yol üzerindeki bir fırından ekmek ve zeytinli poğaça alıp yolun kalanını sallana sallana yürüyerek tamamladığım da oluyor.
bu arada, size anlatmadım ama deniz fenerinin karşısına, şehri büyük şehirlere götüren şehirler arası yolun diğer tarafına bir site yapıldı. geçen sene yaz sonunda başladıkları inşaatı bu sene baharın yaza temas ettiği günlerde bitirdiler. o zamanki belediye başkanından aldıkları desteğe rağmen eski nato üssünün hâlâ askeri bölge hüviyetini koruması nedeniyle çok katlı bina için ruhsat alamamışlar. amerikan banliyö dizilerindeki gibi çift katlı, verandalı, bahçeli on yedi tane ev. sitenin adı büyük bir yaratıcılık örneği(!): deniz feneri evleri...
ama sloganları başarılıydı: "şehrin dışında kalın".
sadece sürünün değil, şehrin de dışında kalın...
*
geçtiğimiz yaz, temmuzdu galiba. market alış verişi sırasında bir kadın gördüm. ilk anda aklımdan geçen, "sadece bu şehrin değil, tüm dünyanın yaş grubunuzdaki en güzel kadını siz olmalısınız," oldu. umarım bunu sesli söylememişimdir.
sonra unuttum gitti. anlayacağınız sıradanım çok; herkes gibi ben de kolayca unutuyorum.
aynı kadın günlerin kısalmaya başlamasıyla yeniden ortaya çıktı. evde kahvaltı için ekmek olmadığı bir sabah yol üzerindeki bir fırından ekmek ve zeytinli poğaça almış, hatta ucundan kopardığım parçayı yiye yiye geri dönerken ona rastladım.
golden retriever cinsi köpeğinin tasmasını tutuyordu. ve muhtemelen deniz feneri evlerinde kalıyordu.
hemen ekmeğin kopardığım ucunu sakladım. elimde olmadan o tarafa baktım. ve göz göze geldik, "günaydın," dedim. gülümsedi. gamzeleri varmış. ve bu güzel.
sonra kaçarcasına yürüdüm. gören ocakta yemeğim, okula yetişecek çocuğum var sanabilirdi.
*
bence yetmiş yaşlarında. ama en fazla ellilerinde gösteriyor. hatta, buraya yaz tatiline gelmiş eski bir artist olduğunu bile düşündüm. ecnebilerin ev alıp buraya yerleşmesi nadirattan olduğu için aşık olduğu bir gurbetçinin peşi sıra gelmiş avrupalı da olabilirdi.
ortalamanın üzerinde bir boyu, bedeninin vazgeçilmemiş bir manken formu var. bakımlı elleri o kadar güzel ki şu ana kadar gördüğüm en güzel eller onun olabilir. biçimli ayakları ve onu bütünleyen bileklerin uyumunu ise görmelisiniz. etek giydiğini hiç görmedim. sadece pantolon giyiyor. ayak bileklerini ele veren pantolonlar.
siyah kemik çerçeveli gözlüklerinin ardındaki gri gözlerini, omuzlarına değdi değecek sarı saçlarını, daima nar rengi bir rujla görünür kıldığı dudaklarını da... ama ben en çok burnunu seviyorum. o kadar güzel ki, sanki toprak altından çıkartılmış bir mermer heykelden ödünç alınmış gibi.
kostüm tercihi ise ayrı bir dünya. bugünlerde bele oturan bir yağmurluk giyiyor mesela. bele oturan kostümler tercih eden bir kadın bizim buralarda yağmurluk giymez, yağmurluk giyen tayfa ise bele oturan bir yağmurluğu hakaret sayar.
*
hiç konuşmadık. henüz köpeğini de sevmiş değilim. sadece tebessümler ve gamzeler eşliğinde selamlaşıyoruz.
bu yazıyı ise uzaktan onları gördüğüm ve yan yana gelinceye kadar üstümü başımı, yürüyüşümü düzelttiğim bir sabah, bir kaç tekrarla hazır ettiğim "günaydın"ı kendisine sunduktan sonra aldığım gülümsemenin onuruyla, bana neler oluyor, diyerek yazıyorum.
kendime bunu niye yapıyorum bilmiyorum ama burayı seviyorum...
YanıtlaSilBazı yazıların uzunluğu daha çok seviliyor.
YanıtlaSilKöpekler sevilmeli bir de..
söylediklerinizin mahçubiyeti karşısında, "bu kırık dökük yazıların tek şansı gören gözlere denk gelmiş olması" demekten başka bir şey gelmiyor elimden.
YanıtlaSil@zelda capulet,
gerçekten de, "kendinize bunu niye yapıyorsunuz"?
@emilia,
dediğinizi emir kabul ediyorum; o köpek en kısa zamanda sevilecek. hem de çenesinin altından.
lütfen siz de sözleyeceklerimi emir sayın: daha çok ve sık yazın.
Ben yazıyorum aslında, bir ölüm anı ki, anlatamam. Buralara düşmüyor.
YanıtlaSilBir kaç dosta uğrar gibi, sizleri okuyorum. Öyle güzel geliyor ki.
düş. düşün...
YanıtlaSilgüneşli pazartesiler filmindeydi. santa iyice sarhoş olmuş amador'u(sanırım) yatağına götürüyordu. amador(sanırım) bir an dengesini kaybedip düşer gibi olunca, santa ona, "amador düştün," der. amador'un (sanırım) cevabı zalimdir. çok zalim: "hayır, düşmedim. kendimi bıraktım."
Pazartesilerini güneş altında geçirmiyoruz neyse ki.
YanıtlaSilO değil de Bardem'in oyunculuğuna ne demeli!
javier bardem nefret edilecek kadar iyi bir oyuncu.
YanıtlaSil