2 Ağustos 2012 Perşembe

üçleme: ben koşarken

eğer 'rekabetçi' derken, birincilikten başka ne varsa yenilgi sayanlar, 'yarışmacı' derken de elinden geleni yaptığı takdirde sonucun ne olduğunu önemsemeyen bir tavır kastediliyorsa, rekabetçi değil yarışmacı bir ruhum var, diyebilirim. spora düşkün bir yanım olduğunu da...

benim için spor yapmak, en başta zihinsel ve bedensel yoğunlaşmadan doğan cazibesi yüzünden vazgeçilmez. özellikle yüzme ve koşu gibi bireysel sporlardaki sanki bir adaya kapanmışçasına, dış dünyadan, günlük hayattan, 'olağan'dan kopmak, tüm varlığınla 'an'a odaklanmak ve 'bir başına'lık hissi muhteşemdir. ya da artist(!) bir edayla söylersek: adasal bilinç... üstelik sadece koşarken tahammül edebildiğim şarkılar var bu hayatta.

biçim ve nizam veren yanıyla bedenin güzelliğine övgü: tıpkı tarih öncesi çağlarda beyaz mermerden yontulmuş heykellerin uzun süre toprak altında kaldıktan sonra bütün ışıltısıyla ortaya çıkışının uyandırdığı hayranlık.

bedenin olanaklarını genişletir: daha hızlı, daha güçlü, daha uzağa... bazan kendinden bile daha uzağa.

ve ben koşarken:

bir: yol üzerindeki eczanenin duvarına saplanmış demire asılı "e" harfinin altındaki dijital zamanı beğenirsem 'nadal sevinci', kaldırımın tükendiği zamanlarda ya da yeşile dönen ışıkta karşı kaldırıma geçerken 'luciano'nun ikinci golden sonraki koşusu'nu yapmayı severim.

iki: apansız başlayan yağmurları severim. öyle anlarda, gözlerimin önüne bir kaç yıl önce kullanılıp tüketilmiş bir reklam fotoğrafı gelir: söz gelimi üzerimdeki tşörtten yola çıkan bilgisayar işi yeşil çizgi içinde tşörtün fiyatı yazan dikdörtgen alanda son bulur. benzer şekilde şort, çorap, ayakkabının da. bir tane de yüzümdeki ifadeden yolan çıkan yeşil çizgi olur ki, ucundaki dikdörtgen alanda "yağmur altında koşmanın hazzı: paha biçilemez" yazıyordur.

üç: stadyumda koşmak istiyorsanız atletizm pistine köşedeki kapıdan girmek zorundasınız. radyoda maç anlatan spikerler gibi söylersem, şeref trübünün sağ tarafındaki kapıdan girmek zorundasınız... oradan girer, saat yönünü takip ederek üç numaralı kulvar boyunca koşar ve yarı saha çizgisi hizasına geldiğimde sahaya girerim. bir yandan yarı saha çizgisi boyunca koşarken bir yandan tşörtümü çıkartır, tam başlama noktasına bırakırım. elimdeki anahtarlığın tşörtün üzerine düşerken çıkardığı sesin, sahanın diğer tarafından çıkıp üç numaralı kulvarda, bu defa saat yönünün tersine koşmaya başlayana kadar kulağımdan gitmeyen yankısını severim.

galiba sıralama dışı için şartlar müsait: koşmak zorunda olduğum ya da koşmayı planladığım mesafe ne olursa olsun son yüz elli-iki yüz metreyi depar hızıyla koşmayı, kalbimin dakikada iki yüz küsur defa atışını hissetmeyi severim. ve bir gün öleceksem o son metreleri koşarken kalp krizinden ölmeyi isterim.

notgibi: bu vesileyle, bu bedeni herhangi bir sağlık probleminden ve arazdan uzak ve bana ait kıldığı için ohepvarolana sonsuz teşekkürler. hamd ona olsun.

6 yorum:

  1. @Verbum non facta,

    Siz yüzmeyle başlamış, koşmayla bitirmişsiniz madem. Ben başa döneyim. Yüzmeye yani. Durun bi. Size aşk acısı çeken bir adamın,
    karanlık bir güzelliği olan o acıklı Eylül günlerini dayanılır kılan, keşfettiği önemli bir yüzme stilini alıntılayıp buraya getireyim. Ben de çok severim.
    Sırt üstü yüzmek:)

    "....Bunun için, sırtüstü ve geri geri yüzerken başımı Boğaz sularının iyice içine sokmam, denizin dibini başaşağı görmem, bir süreliğine nefes almadan kulaçlar atmam gerekiyordu. Akıntının ve dalgaların içinde geri geri ilerlerken gözlerimi açınca, tersinden gördüğüm Boğaz'ın renk değiştirerek koyulaşan karanlığı, aşk acısına hiç benzemeyen bambaşka bir sınırsızlık duygusu uyandırırdı içimde... Altımda kıpırdanan sınırsız, esrarengiz alemin parçası olmaktı önemli olan, çektiğim acı değil. Ağzımı, genzimi, burun ve kulak deliklerimi sonuna kadar dolduran Boğaz sularının, içindeki denge ve mutluluk cinlerinin hoşuna gittiğini hissederdim. Bir çeşit deniz sarhoşluğuyla tersinden kulaç üstüne kulaç atarken, karnımdaki ağrı neredeyse yok olurdu ve o zaman Füsun'a derin bir şefkat duyduğumu da fark eder ve aşk acımda ona karşı pek çok öfke ve kırgınlık olduğunu hatırlardım.... Kafasımı sudan hiç çıkarmadan düşüncelerimin beni götürdüğü yere, sonuna kadar yüzerdim. Daha sonra sahile çıkıp güneşin altında uzanıp gözlerimi kapadığımda da, yaşadıklarımın aslında tutkuyla âşık olan her ciddi, onurlu erkeğin başına gelen şeyler olduğunu iyimserlikle düşünürdüm. Tek tuhaflık, geçen zamanın herkeste olduğu gibi aşk acımı dindirmesiydi...."

    Masumiyet Müzesi adlı romanın Sırtüstü Yüzmek adlı bölümü toplam iki sayfa kadardır.

    Diyeceğim odur ki, ne olursa olsun spor,sanırım her derde devadır:)

    Şimdi gelelim koşuyaaaa... Yooo!
    Merak etmeyin, koşuyla ilgili bir alıntı yapma niyetinde değilim.

    Size iyi koşular dilerim:)

    YanıtlaSil
  2. üniversite son sınıfta koca bir ikinci dönemi haftanın üç akşamı herkesten ve her şeyden kaçıp havuza gitmekle tükettim. bu yüzden o bölümü samimi bir empati kurarak okumuştum. başlığın hemen yanına bir yürek çizdiğimi de itiraf etmeliyim.

    YanıtlaSil
  3. yüzmeyi bilmiyorum. hiç denemedim. ama koşmak ve yürüyüş üzerine birkaç şey söyleyebilirim.

    *

    insanın dünyayla olan ilişkisini yürümekten daha iyi anlatan bir benzetme var mıdır.

    *

    yürüyüşlerde insan düşünür. yürüyüşe çıkmak düşünmek içindir. hem her genç kız bunu yapar. "ruhta birikmiş sözlerin sürgüsü açılsın diye."

    *

    koşmak. iç hararetlenmesinin, içteki birtakım düşüncelerden kurtulmak isteyenin, bedeninin, eti ruhuna yük yapmış da sanki, hepsinden ve her şeyden kurtulmak isteyenin yaptığı gibi sanki.

    koşmak; kurtulmak, uzaklaşmak ve kaçmak için yapılır.

    *

    bu arada "yoldaki işaretler"in, yön değiştirecek kadar etkili olmasını beğendim.

    yollarda bir çok harf bulabilir insan.

    bu da tevafuk oldu, hediye edelim.

    http://zekizabeth.deviantart.com/gallery/38025551#/d55yukn

    YanıtlaSil
  4. pek kısa sayılmayacak hayatıma bakıyorum da, üç tane yürüyüşün hatırası kalmış aklımda: en birincisi, ilkbaharın içindeki yazın yavaş yavaş boy verdiği, günlerin iyiden iyiye uzadığı günlerin ve yaz akşamlarında babamla yaptığımız akşam yürüyüşleri. ortaokula taşınamadı ama olsun. ikincisi, üniversiteyi bitirmek için tek dersim kalmıstı, o pazar akşamı yağmur altında şehri bir uçtan diğerine yürümüş ve okulu bitirmemeye karar vermiştim. hatta şahit olsun diye, her şey defteri-iki'ye bir şeyler karalayıp, "ve okulu bitirmemeye karar veriyorum" diye bitirmiştim o karalamayı. sözümü tuttum. üçüncüsü ise, benim değil bir başkasının yürüyüşüdür, ben o sırada, aldım-verdim-benseniyendim oynuyordum.

    galiba düşünmek icin yürümek yerine yolda olmayı tercih ediyorum daha çok.
    *
    hız ve düşünmek arasında bir ilişki olduğu, bir seyler düşünürken yavaşladığımız bilinen bir durumdur. daha çok ayrıntı icin bakınız; m.kundera-yavaşlık.
    *
    spor olarak düşünüldüğünde yürüme diye bir spor yok. ve belli bir temponun üzerinde yürünmezse sportif bir manada katkısı da...
    *
    keşke sudan korkmasanız ve yüzebilseniz.
    *
    yüzümdeki tebessümü saklamaya ihtiyaç duymaksızın, bir hamlede itiraf edeceğim: haberim vardı ve elektrik direğinin tepesinde 'keşf'ettiğiniz o harfi çalmıstım ben. hakkınızı helal edin.

    YanıtlaSil
  5. Bu kadar çok sevmemeli anılarını insan. Hem, bunun yaşla ilgisi yok. anılar hüzünden başka bir şey vermez insana, en fazla an’lık bir mutluluk.

    *

    Suyu seviyor ama ondan korkuyorum. Özellikle denizlerden. İstediği kadar şimşekli, yıldırımlı olsun yağmur, ondan korkmuyorum ama.

    *

    E harfine gelince, resmi çektiğimde onu fark etmemiştim. Doluya dönüşmüş yağmur vardı, arkasında boz, çirkin bir manzara. Öylesine çektim. Resimlere bakınca fark ettim, sonra da karar verdim; bazılarını bulmak imkansız olsa da tüm alfabeyi dizmeye. (şimdilik iki harf var)

    *

    Çaldığınızı değil, aldığınızı varsayıyorum. Hak helal etmelik bir durum yok.

    YanıtlaSil
  6. anılarımız, beslendiğimiz kaynaklar. mutluluk ise sadece bir 'an'. "hüzün ki en cok yakısandır bize/ belki de en çok anladığımız"*

    keşke korkmasanız.

    paranın cinleri'nde muhteşem bir m.mungan anlatısı vardır; gizli ben. onu hatırladım: babasının fotoğrafı çekilirken odanın dışındaki küçük murathan oda kapısının buzlu camına bir kağıt tutar. ve böylece o da fotoğrafa konu olur. 'e' sizi saşırtmasın, her zamanki 'e', "arkasında boz, çirkin bir manzara."

    eyvallah.

    YanıtlaSil