dostoyevski, karamazov kardeşler'de, "kasım günleri ne kadarcıktır ki zaten," der. işte o kısacık günler, uzun zamandır "dostoyevski okumadan geçilemeyecek günler"dir.
kitaplığın önünde durduğumda elim bir defa daha karamazov kardeşler'e gitse bile bir kaç gün önce kesin kararımı vermiştim: ecinniler(cinler)...
*
manzaradan parçalar'la başlayalım:
"cinler, insanoğlunun yazabildiği en sarsıcı yedi-sekiz romandan biri, hiç şüphesiz, gelmiş geçmiş en büyük siyasal romandır. ilk okuduğumda, yirmi yaşımdayken kitabın üzerimdeki etkisini, sarsılmak, hayret etmek, inanmak ve korkmak kelimeleriyle özetleyebilirim. o zamana kadar okuduğum hiçbir roman beni böylesine derinden sarsmamış, hiçbir hikâye insan ruhu ve şahsiyeti hakkında bana bu kadar sarsıcı bir bilgi vermemişti. sarsıcı olan şey insanın iktidar isteğinin ve affetme gücünün, kendini ve başkalarını kandırma yeteneğinin ve bir inanç bulma azminin, sevmenin ve nefretin, en kutsal olana ilgiyle en bayağı olana düşkünlüğün boyutlarının genişliğini görmek, bu özelliklerin aslında hep yan yana bulunduğunu kavramak ve bütün bu duygu ve ruh durumlarını kitabın ölüm, siyaset ve aldatmacanın şiddetiyle yüklü olay örgüsüyle birlikte yaşamaktı. hayretimi bütün bu bilgi ve deneyimin bana bir anda ve hızla verilmesinden alıyordum. bu hız, belki de roman sanatının en üstün yanıdır: büyük romanlarda, kahramanların duyup yaşadığı, koşup çırpındığı hızla, bizim önümüzde yepyeni dünyalar açılır ve onlara kahramanlara inandığımız gibi inanırız. dostoyevski’nin peygamberimsi sesine ve itiraf etmeye düşkün kahramanlarının dünyasına aynı şevkle inanmıştım.
bu kitabın yüreğimde hissettirdiği korkuyu açıklamak ise daha zor. bunun bir kısmı, kitaptaki o inanılmayacak kadar etkileyici intihar sahnesi (mumun sönmesi, yan odada olup bitenlere dikkat kesilen ötekinin varlığı), ve çok iyi tanıdığımız bir korkunun telaşıyla düşüncesizce tasarlanıp alelacele işlenen cinayetin dehşetiyle açıklanabilir belki. korkutucu olan belki de roman kahramanlarının kendi küçük, taşralı hayatlarıyla büyük düşünceler arasında hızla gidip gelebilmeleri, dostoyevski’nin onlarda ve kendinde bulduğu bu büyük cürettir. kitabı okurken her şeyin, en küçük günlük hayat ayrıntısının bile kaçınılmaz bir şekilde büyük düşüncelere bağlanabileceğini hisseder, bütün paranoyakların hissettiği şu gerçeğe korkuyla ulaşırız: bütün düşünceler, bütün büyük idealler, hepsi birbiriyle ilgilidir, tıpkı hikâyedeki gizli örgütler, birbirleriyle bir şekilde ilişkili hücreler, devrimciler ve muhbirler gibi. herkesin herkesle ilgilendiği, bütün düşüncelerin daha arkadaki büyük bir gerçeğe hem bir ilişki kapısı, hem de bir maske olduğu bu paranoyakça korkutucu dünyanın arkasında ise tanrı’nın varlığı ve insanın özgürlüğü sorulan yatar. dostoyevski bu iki büyük sorunu cinler’de yalnızca birbirleriyle artık hayallerimizde birbirlerinden ayrılmayacak bir biçimde birleştirmemiş, tanrı’nın varlığı ve kendi özgürlüğü yüzünden intihar etmeyi göze alan bir kahramanı inandırıcı ve okurun aklından hiçbir şekilde çıkmayacak bir şekilde canlandırarak dramlaştırmıştır."
kitaplığın önünde durduğumda elim bir defa daha karamazov kardeşler'e gitse bile bir kaç gün önce kesin kararımı vermiştim: ecinniler(cinler)...
*
manzaradan parçalar'la başlayalım:
"cinler, insanoğlunun yazabildiği en sarsıcı yedi-sekiz romandan biri, hiç şüphesiz, gelmiş geçmiş en büyük siyasal romandır. ilk okuduğumda, yirmi yaşımdayken kitabın üzerimdeki etkisini, sarsılmak, hayret etmek, inanmak ve korkmak kelimeleriyle özetleyebilirim. o zamana kadar okuduğum hiçbir roman beni böylesine derinden sarsmamış, hiçbir hikâye insan ruhu ve şahsiyeti hakkında bana bu kadar sarsıcı bir bilgi vermemişti. sarsıcı olan şey insanın iktidar isteğinin ve affetme gücünün, kendini ve başkalarını kandırma yeteneğinin ve bir inanç bulma azminin, sevmenin ve nefretin, en kutsal olana ilgiyle en bayağı olana düşkünlüğün boyutlarının genişliğini görmek, bu özelliklerin aslında hep yan yana bulunduğunu kavramak ve bütün bu duygu ve ruh durumlarını kitabın ölüm, siyaset ve aldatmacanın şiddetiyle yüklü olay örgüsüyle birlikte yaşamaktı. hayretimi bütün bu bilgi ve deneyimin bana bir anda ve hızla verilmesinden alıyordum. bu hız, belki de roman sanatının en üstün yanıdır: büyük romanlarda, kahramanların duyup yaşadığı, koşup çırpındığı hızla, bizim önümüzde yepyeni dünyalar açılır ve onlara kahramanlara inandığımız gibi inanırız. dostoyevski’nin peygamberimsi sesine ve itiraf etmeye düşkün kahramanlarının dünyasına aynı şevkle inanmıştım.
bu kitabın yüreğimde hissettirdiği korkuyu açıklamak ise daha zor. bunun bir kısmı, kitaptaki o inanılmayacak kadar etkileyici intihar sahnesi (mumun sönmesi, yan odada olup bitenlere dikkat kesilen ötekinin varlığı), ve çok iyi tanıdığımız bir korkunun telaşıyla düşüncesizce tasarlanıp alelacele işlenen cinayetin dehşetiyle açıklanabilir belki. korkutucu olan belki de roman kahramanlarının kendi küçük, taşralı hayatlarıyla büyük düşünceler arasında hızla gidip gelebilmeleri, dostoyevski’nin onlarda ve kendinde bulduğu bu büyük cürettir. kitabı okurken her şeyin, en küçük günlük hayat ayrıntısının bile kaçınılmaz bir şekilde büyük düşüncelere bağlanabileceğini hisseder, bütün paranoyakların hissettiği şu gerçeğe korkuyla ulaşırız: bütün düşünceler, bütün büyük idealler, hepsi birbiriyle ilgilidir, tıpkı hikâyedeki gizli örgütler, birbirleriyle bir şekilde ilişkili hücreler, devrimciler ve muhbirler gibi. herkesin herkesle ilgilendiği, bütün düşüncelerin daha arkadaki büyük bir gerçeğe hem bir ilişki kapısı, hem de bir maske olduğu bu paranoyakça korkutucu dünyanın arkasında ise tanrı’nın varlığı ve insanın özgürlüğü sorulan yatar. dostoyevski bu iki büyük sorunu cinler’de yalnızca birbirleriyle artık hayallerimizde birbirlerinden ayrılmayacak bir biçimde birleştirmemiş, tanrı’nın varlığı ve kendi özgürlüğü yüzünden intihar etmeyi göze alan bir kahramanı inandırıcı ve okurun aklından hiçbir şekilde çıkmayacak bir şekilde canlandırarak dramlaştırmıştır."
ve geldi..
YanıtlaSillütfen güzel geçsin bu kasım..
Kasım, Dostoyevski, Cinler, Kirilov, Şatov...
YanıtlaSilBu örnekten de anlaşılacağı üzere güzellik ve ürkütücülük hep iç içe olmuştur. Umarım iki bin on birin kasım ayından da daha önce olduğu tek parça halinde çıkmayı başarabilirsiniz verbum non facta.
@cecil,
YanıtlaSiliyimserlik en büyük kötülük kovucudur. güzel olacak.
@hegesias,
bu iç içelik değil mi dostoyevski'yi bize sevdiren. bir parça kalabilmek için, kendimden çok benim için edilen dualara güveniyorum. siz de benim dualarıma güvenin.