o bildik yerden gelen paketin içinden bir de kartpostal çıktı.
cordoba'dan postalanmıştı. arkasında ise "selam, bir haftadır ispanya'nın güneyini dolaşıyoruz. endülüs'ün en çok görmek istediğin yer olduğunu hatırladım. sevgiler..." yazıyordu. imza: uçları helezon biçiminde içe kıvrılmış bir c, nokta.
*
roma. yaz, iki bin beş...
elimizde gezilecek-görülecek, yenilecek-içileceklerden mürekkep bir liste, sabahtan akşama kadar koşturuyoruz. öğleden sonralarda kendimi odaya atıp, bir kaç sayfa gecenin sonuna yolculuk okuyabilirsem ya da tennistv'de o tarihlerde televizyona konu olacak çapta turnuva olmadığı için eskilerden bir maça rastlarsam kendimi şanslı hissediyorum.
bir başka şansımız da neredeyse vatikan duvarına bitişik inşa edilmiş küçük otelimizin terasında karanlık çökünce esmeye başlayam serin rüzgar. kendimizi rüzgarın kanatlarına teslim edip bir şeyler içerek geç vakitlere kadar sohbet ediyoruz.
*
bir sabah dış kapıdan çıkarken bir kadına yol verdim. o da, 'teşekur eder im', diyerek teşekkür etti. akşam, terasta oturmuş, bir şeyler içerek sohbet ederken sabahki kadını gördüm: sandaletlerini çıkartmış, çıplak ayaklarını ve uzun eteğini sardığı bacaklarını kendine çekmiş, sağ kolunu masaya koymuş, baş ve işaret parmaklarını sıkıştırarak tuttuğu sigarasını içiyordu.
terasın loşluğunda koyulaşan sarı saçlarını saç bandı yerine koyu yeşil bir fularla dizginlemişti. gözlerinin çevresine siyahlık sürmüş, renk değiştiren kirpiklerinin gölgesinde kocaman yeşil gözleri koyulaştıkça koyulaşmıştı. kimseye aldırdığı yoktu. sorsalar, yirmili yaşlarının ortasında olduğunu tahmin ediyorum, derdim. ama yaşça benden büyük olduğunu söyleseler de şaşırmazdım.
ne zaman gözgöze gelsek dudaklarından eksik olmayan bir gülümseme vardı. uzakları, terasın ayaklarımızın altına serdiği şehrin ışıklarını seyrediyordu. çoğu zaman, sigarasını yaktığı kibritin çöpünü, her bir alev tahtanın kalınlığını emip kendisi büyüyerek yanmayı sürdürdüğü ve söndüklerinde bükülüp uçları sokak lambaları gibi ışıltılı kaldığı süre boyunca çocuksu merakla izliyor ardından sigarasından derin bir nefes çekiyordu. birbirine eklediği sigaraların izmaritleri, onları tamamen ezip öldüremediği için olsa gerek, var güçleriyle hayata tutunarak kül tablasından ince, düz bir duman huzmesi salıyordu: arada hafif bir esinti alçalıp yalpalamasına neden oluyor, yine de toparlanıp eskisi kadar düz ve ince süzülmeyi başarıyordu.
ve kibritlerin sonu...çıplak ayaklarıyla masamıza geldi: ateşimiz yoktu ama isterse bizimle oturabilirdi. ateş bulup gelecekti. su, sadece su içmek istiyordu.
cynthia'yla böyle tanıştık. rus asıllı amerikalı ailesini, pek de genç olmayan ebeveynlerinin yaşlandıkça dindarlaştıklarını, bu yüzden ölmeden önce vatikan'ı görmek için yola düştüklerini ve onu da peşlerinden sürüklediklerini ve bir kaç ay sonra on sekiz yaşında olacağım vurgusuna rağmen on yedi yaşında olduğunu.
sonra ona, eğer yanlış anlamadıysam bu sabah bana türkçe teşekkür ettiğini söyledim. doğru anlamışım; bir kaç türk arkadaşı varmış. bunun üzerine sormaya devam ettim: başka şeyler de var mı bildiğin?
uzun eteğini sardığı bacaklarını kendine çekti, çıplak ayaklarını sandalyeye koydu. dizlerine yasladığı dirseğinden sonrası serbest kaldığı için bileğinden zarif bir bükülmeyle düşüşe geçen elinde bu defa işaret ve orta parmak arasında tuttuğu sigarasından kıvrıla kıvrıla yükselen dumanların sisiyle çevrelenmiş yüzünü gökyüzüne kaldırdı, bir süre yıldızlara baktı. ve hatırladı: büyüyünce unutursun...
sonrası yok, sonrası merak: bir kaç ay sonra on sekiz yaşına girecek on yedi yaşındaki bir kıza, tükçeden ikinci olarak 'büyüyünce unutursun'u öğreten hayata ve hikayesine karşı konulamaz bir merak.
*
o roma yazından sonra cynthia'yı, daha on sekizine girmeden 'büyüyünce unutursun'u öğrenen küçük kızı bir çok yerde anlattım. hatta eli kalem tutan arkadaşlarıma, bunun hikayesini yazsanız da okusak, bile dedim.
belki onlar yazmadı ama gördüğünüz gibi ben yazdım...
cordoba'dan postalanmıştı. arkasında ise "selam, bir haftadır ispanya'nın güneyini dolaşıyoruz. endülüs'ün en çok görmek istediğin yer olduğunu hatırladım. sevgiler..." yazıyordu. imza: uçları helezon biçiminde içe kıvrılmış bir c, nokta.
*
roma. yaz, iki bin beş...
elimizde gezilecek-görülecek, yenilecek-içileceklerden mürekkep bir liste, sabahtan akşama kadar koşturuyoruz. öğleden sonralarda kendimi odaya atıp, bir kaç sayfa gecenin sonuna yolculuk okuyabilirsem ya da tennistv'de o tarihlerde televizyona konu olacak çapta turnuva olmadığı için eskilerden bir maça rastlarsam kendimi şanslı hissediyorum.
bir başka şansımız da neredeyse vatikan duvarına bitişik inşa edilmiş küçük otelimizin terasında karanlık çökünce esmeye başlayam serin rüzgar. kendimizi rüzgarın kanatlarına teslim edip bir şeyler içerek geç vakitlere kadar sohbet ediyoruz.
*
bir sabah dış kapıdan çıkarken bir kadına yol verdim. o da, 'teşekur eder im', diyerek teşekkür etti. akşam, terasta oturmuş, bir şeyler içerek sohbet ederken sabahki kadını gördüm: sandaletlerini çıkartmış, çıplak ayaklarını ve uzun eteğini sardığı bacaklarını kendine çekmiş, sağ kolunu masaya koymuş, baş ve işaret parmaklarını sıkıştırarak tuttuğu sigarasını içiyordu.
terasın loşluğunda koyulaşan sarı saçlarını saç bandı yerine koyu yeşil bir fularla dizginlemişti. gözlerinin çevresine siyahlık sürmüş, renk değiştiren kirpiklerinin gölgesinde kocaman yeşil gözleri koyulaştıkça koyulaşmıştı. kimseye aldırdığı yoktu. sorsalar, yirmili yaşlarının ortasında olduğunu tahmin ediyorum, derdim. ama yaşça benden büyük olduğunu söyleseler de şaşırmazdım.
ne zaman gözgöze gelsek dudaklarından eksik olmayan bir gülümseme vardı. uzakları, terasın ayaklarımızın altına serdiği şehrin ışıklarını seyrediyordu. çoğu zaman, sigarasını yaktığı kibritin çöpünü, her bir alev tahtanın kalınlığını emip kendisi büyüyerek yanmayı sürdürdüğü ve söndüklerinde bükülüp uçları sokak lambaları gibi ışıltılı kaldığı süre boyunca çocuksu merakla izliyor ardından sigarasından derin bir nefes çekiyordu. birbirine eklediği sigaraların izmaritleri, onları tamamen ezip öldüremediği için olsa gerek, var güçleriyle hayata tutunarak kül tablasından ince, düz bir duman huzmesi salıyordu: arada hafif bir esinti alçalıp yalpalamasına neden oluyor, yine de toparlanıp eskisi kadar düz ve ince süzülmeyi başarıyordu.
ve kibritlerin sonu...çıplak ayaklarıyla masamıza geldi: ateşimiz yoktu ama isterse bizimle oturabilirdi. ateş bulup gelecekti. su, sadece su içmek istiyordu.
cynthia'yla böyle tanıştık. rus asıllı amerikalı ailesini, pek de genç olmayan ebeveynlerinin yaşlandıkça dindarlaştıklarını, bu yüzden ölmeden önce vatikan'ı görmek için yola düştüklerini ve onu da peşlerinden sürüklediklerini ve bir kaç ay sonra on sekiz yaşında olacağım vurgusuna rağmen on yedi yaşında olduğunu.
sonra ona, eğer yanlış anlamadıysam bu sabah bana türkçe teşekkür ettiğini söyledim. doğru anlamışım; bir kaç türk arkadaşı varmış. bunun üzerine sormaya devam ettim: başka şeyler de var mı bildiğin?
uzun eteğini sardığı bacaklarını kendine çekti, çıplak ayaklarını sandalyeye koydu. dizlerine yasladığı dirseğinden sonrası serbest kaldığı için bileğinden zarif bir bükülmeyle düşüşe geçen elinde bu defa işaret ve orta parmak arasında tuttuğu sigarasından kıvrıla kıvrıla yükselen dumanların sisiyle çevrelenmiş yüzünü gökyüzüne kaldırdı, bir süre yıldızlara baktı. ve hatırladı: büyüyünce unutursun...
sonrası yok, sonrası merak: bir kaç ay sonra on sekiz yaşına girecek on yedi yaşındaki bir kıza, tükçeden ikinci olarak 'büyüyünce unutursun'u öğreten hayata ve hikayesine karşı konulamaz bir merak.
*
o roma yazından sonra cynthia'yı, daha on sekizine girmeden 'büyüyünce unutursun'u öğrenen küçük kızı bir çok yerde anlattım. hatta eli kalem tutan arkadaşlarıma, bunun hikayesini yazsanız da okusak, bile dedim.
belki onlar yazmadı ama gördüğünüz gibi ben yazdım...
iyi ki de sen yazmışsın:)
YanıtlaSilyalan, yalan söylüyorsunuz...
YanıtlaSilya da bunu o satır, güzel yazanlar aç parantez-iki-kapa parantez haline dönüşmeden önce söylemeliydiniz.
..hani öyleki zorlanmadan canlandırabiliyorum her detayı..
YanıtlaSilkutluyorum..
sahiden ..
:))
YanıtlaSilyapmayın,
mahçup oluyorum.
Yalan söylemiyorum,bunu biliyorsunuz.
@cecil,
YanıtlaSilçok naziksiniz.. olsa olsa anının gücü anlatışıma yansımıştır.
@domatessuyu,
her duyduğum sözde hikmet referansı aradığım ergen yaşlarımda olsaydım keşke. o zaman, bir yerlerden 'dal rüzgarı affetse de kırılmıştır bir kere' tarzı cümleler çalıp buralara yapıştırırdım. :))
'iki'nin 'bir'den büyük olduğunu söyleyen matematik hiç bu kadar yanılmamıştı.
Ağlarım şimdi ve susturamazsınız:(((
YanıtlaSilben, 'bir' büyüktür 'iki', diyerek, matematiğin büyük yanılgısını ispat ettim. siz de göz yaşı mı yoksa kırık bir kalp mi daha büyük ona karar verin :)
YanıtlaSil