bu bir mektuptur,
ve aşktan söz etmeyi istemektedir...
eğer bu mektup değil de söz gelimi bir roman, hiç olmazsa kırık dökük bir öykü ve ben de yazılarını birilerine ithaf edebilecek kadar iyi bir yazar olsaydım, bu yazıyı hiç düşünmeden 'o güzel kadın'a ithaf ederdim. hüzün ve öfke dolu hırçın sesiyle 'aşk her defasında beni yarı yolda bıraktı' diyen, elindeki saç tokasını acıyla odanın bir köşesine fırlatan 'o güzel kadın'a...
eğer bu mektup değil de söz gelimi bir roman, hiç olmazsa kırık dökük bir öykü olsaydı, sonsuzluk benim için, bir yaz günü bozkır ortasındaki bir metropolün çok katlı binalarından birinin merdivenlerinde başladı, diyerek girerdim konuya.
konuya girip biraz da geliştirdikten sonra, yani tam da burada; birilerine bir öykü anlattırırdım konuya uygun, anlamı kuvvetlendirecek. havanın ağırlaştığı ve serinlik getirecek bir yağmurdan umudun kesildiği sıcak bir yaz gününde, yürüyüş yolunun çatallandığı yere konulmuş park kanepesine ablasının küçük kızıyla birlikte oturmuş bir teyzenin gökyüzünde yapayalnız kalmış bir parça bulutu seyrederek anlattığı bir öykü mesela.
/teyzenin görünüşü önemli değildir burada, konuyla bir alakası yoktur; siyah düz saçları bir nehir gibi omuzlarına dökülüyor olabilir. belki söz dinlemeyen kıvırcık saçlarını saç bandıyla zincirlemeye çalışıyordur. belki de nedensiz bir biçimde tek örgü yaptığı sarı saçları sırtına düşüyordur. gözlerinde fırtınalı ve karanlık bir denizde kaybolmamaya çalışan bir kayığın ışığı parlıyor olabilir. belki de gözlerinin gökyüzünde bulutlar saklıdır; o bulutlarda yağmurlar. kim bilir, 'gözlerinde maviye çalan su yeşili bir sarmaşıkla kaplı labirentler' vardır.
elleri güzel olsun isterdim ama. öyle ki, sadece görenlerin değil bu satırları okuyanların da ellerine bakıp, içlerinden bir karşılaştırma duygusu geçecek kadar güzel.
bedeni ruhundaki kırılganlığa ayna olacak kadar narin. sanata, özellikle de resme ilgisi çok. yaşamının en güzel yıllarını onu kırmak için elinden geleni ardına koymayan bir dünyada mutlu olmaya çalışarak geçirmiş. belki de bu yüzden içindekilerle uyuşamadığı hayat yerine kendine bir dünya kurup orada yaşamayı seçmesi.
bazan oradan çıkmış ama kendisini anlayacak sandığı birilerine kalbini açtığında yaşadığı şeyin adı, hayal kırıklığı, olmuş. erkeklerin özeti ise, beyaz atlı prens sandığı siyah atlı prensler.
duygulu, zeki, bir o kadar da kırılganmış. durgun bir havuzun yüzeyine düşen yağmuru çok severmiş.
bilirmiş, sevenleri onun bu haline üzülürler ama içten içe onun gibi olmak isterlermiş.
çok uzamış sözün burasında en iyisi o kadını rahat bırakmak. bırakalım renksiz kalsın, sadece dış çizgileri belli olan, ressam tarafından renklendirilmemiş beyaz bir biçim.../
o halde anlatsın o kadın, anlatılması gerekeni; yazılanlar mektup değil de söz gelimi bir roman, hiç olmazsa kırık dökük bir öyküymüş gibi...
teyzelerin küçük yeğenlerine anlattığı bütün öykülerde olduğu gibi bu da bir prenses öyküsü olsun. yeğen ki, sadece gül alıp satan değil, aynı zamanda deren...
/uzak bir ülkede annesi, babası ve kardeşleriyle birlikte mutlu bir şekilde yaşayan bir prenses varmış. tüm aile, hatta tüm saray halkı bir gün pikniğe gitmişler. belki de hayatının en mutlu gününü yaşayan, bütün gün koşup oyunlar oynayan prenses, sonunda yorulup bir ağacın altında derin bir uykuya kalmış. akşam olup dönme vakti geldiğinde ise prensesin yokluğunu farkeden kimse olmamış. prensesi daha az sevdikleri için değil, o ülkede insanlar ancak ona kadar sayabildikleri ve prensesin iki elin parmaklarından daha fazla kardeşi olduğu için.
yıldızlar altında uyandığında, ilk önce annesine seslenmiş, sonra babasına. nihayet kardeşlerinin her birine. cevap alamayıp yalnız olduğunu anlayınca korkudan ağlamaya başlamış. aslında korkudan değil, kendisine kızmakla meşgul olduğu için korkmak aklına gelmiyormuş. bu kadar çok oyun oynadığı için kızıyormuş kendine. o zaman yorulmaz, uykusu gelmezmiş.
ama çok geçmeden, prensesi çocukluktan kadınlığa taşıyacak bir uyku, sanki yatağında uyurken penceresinden odasına dolan serin rüzgarın ürpertisiyle diğer yanına dönüp uyumaya devam etmiş gibi onu yeniden kollarına almış.
her masalda olduğu gibi o da yıllar yıllar geçtiğini bilmeden uyandığında, bir mucizeyle karşılaşmışçasına, hayranlıkla ona bakan bir adam görmüş. adam, gözleri prensesin gözlerine değince gülümsemiş./
burada bir suskunluk armağan edelim teyzeye, tıpkı çok önemli bir şey söyleyecekmiş de, güç toplamak istiyormuş gibi...
söyleceğinin anlamına anlam katmak ister gibi...
tıpkı hikayenin özü bu suskunlukta saklıymış gibi...
ve aşktan söz etmeyi istemektedir...
eğer bu mektup değil de söz gelimi bir roman, hiç olmazsa kırık dökük bir öykü ve ben de yazılarını birilerine ithaf edebilecek kadar iyi bir yazar olsaydım, bu yazıyı hiç düşünmeden 'o güzel kadın'a ithaf ederdim. hüzün ve öfke dolu hırçın sesiyle 'aşk her defasında beni yarı yolda bıraktı' diyen, elindeki saç tokasını acıyla odanın bir köşesine fırlatan 'o güzel kadın'a...
eğer bu mektup değil de söz gelimi bir roman, hiç olmazsa kırık dökük bir öykü olsaydı, sonsuzluk benim için, bir yaz günü bozkır ortasındaki bir metropolün çok katlı binalarından birinin merdivenlerinde başladı, diyerek girerdim konuya.
konuya girip biraz da geliştirdikten sonra, yani tam da burada; birilerine bir öykü anlattırırdım konuya uygun, anlamı kuvvetlendirecek. havanın ağırlaştığı ve serinlik getirecek bir yağmurdan umudun kesildiği sıcak bir yaz gününde, yürüyüş yolunun çatallandığı yere konulmuş park kanepesine ablasının küçük kızıyla birlikte oturmuş bir teyzenin gökyüzünde yapayalnız kalmış bir parça bulutu seyrederek anlattığı bir öykü mesela.
/teyzenin görünüşü önemli değildir burada, konuyla bir alakası yoktur; siyah düz saçları bir nehir gibi omuzlarına dökülüyor olabilir. belki söz dinlemeyen kıvırcık saçlarını saç bandıyla zincirlemeye çalışıyordur. belki de nedensiz bir biçimde tek örgü yaptığı sarı saçları sırtına düşüyordur. gözlerinde fırtınalı ve karanlık bir denizde kaybolmamaya çalışan bir kayığın ışığı parlıyor olabilir. belki de gözlerinin gökyüzünde bulutlar saklıdır; o bulutlarda yağmurlar. kim bilir, 'gözlerinde maviye çalan su yeşili bir sarmaşıkla kaplı labirentler' vardır.
elleri güzel olsun isterdim ama. öyle ki, sadece görenlerin değil bu satırları okuyanların da ellerine bakıp, içlerinden bir karşılaştırma duygusu geçecek kadar güzel.
bedeni ruhundaki kırılganlığa ayna olacak kadar narin. sanata, özellikle de resme ilgisi çok. yaşamının en güzel yıllarını onu kırmak için elinden geleni ardına koymayan bir dünyada mutlu olmaya çalışarak geçirmiş. belki de bu yüzden içindekilerle uyuşamadığı hayat yerine kendine bir dünya kurup orada yaşamayı seçmesi.
bazan oradan çıkmış ama kendisini anlayacak sandığı birilerine kalbini açtığında yaşadığı şeyin adı, hayal kırıklığı, olmuş. erkeklerin özeti ise, beyaz atlı prens sandığı siyah atlı prensler.
duygulu, zeki, bir o kadar da kırılganmış. durgun bir havuzun yüzeyine düşen yağmuru çok severmiş.
bilirmiş, sevenleri onun bu haline üzülürler ama içten içe onun gibi olmak isterlermiş.
çok uzamış sözün burasında en iyisi o kadını rahat bırakmak. bırakalım renksiz kalsın, sadece dış çizgileri belli olan, ressam tarafından renklendirilmemiş beyaz bir biçim.../
o halde anlatsın o kadın, anlatılması gerekeni; yazılanlar mektup değil de söz gelimi bir roman, hiç olmazsa kırık dökük bir öyküymüş gibi...
teyzelerin küçük yeğenlerine anlattığı bütün öykülerde olduğu gibi bu da bir prenses öyküsü olsun. yeğen ki, sadece gül alıp satan değil, aynı zamanda deren...
/uzak bir ülkede annesi, babası ve kardeşleriyle birlikte mutlu bir şekilde yaşayan bir prenses varmış. tüm aile, hatta tüm saray halkı bir gün pikniğe gitmişler. belki de hayatının en mutlu gününü yaşayan, bütün gün koşup oyunlar oynayan prenses, sonunda yorulup bir ağacın altında derin bir uykuya kalmış. akşam olup dönme vakti geldiğinde ise prensesin yokluğunu farkeden kimse olmamış. prensesi daha az sevdikleri için değil, o ülkede insanlar ancak ona kadar sayabildikleri ve prensesin iki elin parmaklarından daha fazla kardeşi olduğu için.
yıldızlar altında uyandığında, ilk önce annesine seslenmiş, sonra babasına. nihayet kardeşlerinin her birine. cevap alamayıp yalnız olduğunu anlayınca korkudan ağlamaya başlamış. aslında korkudan değil, kendisine kızmakla meşgul olduğu için korkmak aklına gelmiyormuş. bu kadar çok oyun oynadığı için kızıyormuş kendine. o zaman yorulmaz, uykusu gelmezmiş.
ama çok geçmeden, prensesi çocukluktan kadınlığa taşıyacak bir uyku, sanki yatağında uyurken penceresinden odasına dolan serin rüzgarın ürpertisiyle diğer yanına dönüp uyumaya devam etmiş gibi onu yeniden kollarına almış.
her masalda olduğu gibi o da yıllar yıllar geçtiğini bilmeden uyandığında, bir mucizeyle karşılaşmışçasına, hayranlıkla ona bakan bir adam görmüş. adam, gözleri prensesin gözlerine değince gülümsemiş./
burada bir suskunluk armağan edelim teyzeye, tıpkı çok önemli bir şey söyleyecekmiş de, güç toplamak istiyormuş gibi...
söyleceğinin anlamına anlam katmak ister gibi...
tıpkı hikayenin özü bu suskunlukta saklıymış gibi...
siyah-beyaz dır kadınlar...
YanıtlaSilama renk isterler aslında buram buram susarak..
sanırım bu konuda da hayatın acemisiyim.
YanıtlaSiltek bildiğim var. o da, her kadının tek ve biricik olduğudur. tüm insanlar gibi...
Bugün bir kez daha okudum bu mektubu.
YanıtlaSilO güzel kadın'ı düşündüm.
Dün okurken O güzel kadını es geçip sadece yazıya odaklanmıştım.
İçim bir garip oldu,''sızladı'' mı ne?
'o güzel kadın' bu yazının en az ihmal edilesi yanıdır.
YanıtlaSil''Hikayenin özü suskunlukta saklıymış gibi.''
YanıtlaSilYa masalın sonu, gökten düşen elmalar..
Masallar hep mutlu bitse de..
Her masalın bitişinde küçük bir çocuk gibi üzülüyorum.
bu öyküyü çaldığım 'eski zaman defterleri' nin yazarı ne düşünür bilmem. ama ben bu öykünün bir çeşit büyüme öyküsü olduğunu düşünüyorum.
YanıtlaSilherkesin yaşadığı hayatı yaşadığımızı, yazgımızın sıradanlığını anlatıyor ve birine yazıldığını düşünmedim ama her kime adamışsa (kaldı ki o kadının ellerinin güzel olduğundan eminiz bir tek) o kadının hikayesini bugüne getirmiş ve meçhul bir geleceğin önünde durup, burada bırakmış 'gibi'.
masallar mutlu sonla mı biter gerçekten?
masalların sonunda prenseslerle prensler hep evlenir? evlilik gerçekten mutlu son mudur?
Aslında uzunca bir yorum yazmıştım,yorum göndere bastığımda net koptu,size ulaşmamış olabilir.
YanıtlaSilYorumumun sadece son kısmını hatırlıyorum.
Evlilik,
zamana ,mekana ve oyunculara göre değişir.
Evlilik bir oyundur evet..
Hayat gibi.
Başrol oyuncularının başarısı bu sonun kaderini belirler.
Ama oyuncuların rolünü iyi ezberlemesi,başrol karakterini tam anlamıyla canlandırması için,
emek,şefkat,özveri,paylaşım gibi dersleri iyi öğrenmesi gerekir.
Ve saygı hepsinden önemli.
İşte rolün hakkını verebiliyorsak ve sevgi de hep yanımızda olursa
evlilik gerçekten mutlu son'dur.
Yüzlerce bölüm sıkılmadan devam eder.
Ayrıca bu yorum diğerinden farklı olmuştur.
Diğer yorumda Alice Harikalar diyarında masalından bahsetmiştim:))
korkarım posta kutuma düşen tek yorumunuz bu.
YanıtlaSilevlilik hakkındaki fikirleriniz evli birinin görüşleri. mutluluk, mutsuzluk, iyi, kötü vb. sıfatlara bakmaksızın bence bütün evliler aynı cevabı verir. kaldı ki evlilik bir uzlaşmanın ilk adımı değil midir?
toplumla uzlaşma. ve her uzlaşma gibi bir çok kayıp ihtiva eder.