birden ortaya çıkardı.
incecik parmakları, şeffaf yüzü, üzerinde uzunçarşı'dan kaçmış bir parkayla bazan amerika'dan, bazan mançurya'dan gelirdi. parkasını yusuf'a satar, karşılığında gülücükler alır, o gülücükler erenler'in sarımtırak kubbesinden gül yaprakları gibi dökülürdü.
arkadaşları o alamet sobanın etrafına, ona sokulup, "anlat hele," der, o da anlatırdı. torbasında filimler, haberler, kitaplar, olmayacak arzular, patavatsız laflar, şakalar, fındık fıstık, en çok da koska mamulü kuş lokumları olurdu.
naz çeker, gözyaşı siler, dert dinlerdi. hiç olmadık yer ve zamanda, "kalkın sinemaya gidelim, karababa tekkesi'ne gidelim," derdi. birgün kanlıca sırtlarında ertesi gün çukurbostan'da olurdu.
yalnızlıktan korkar, yalnız yaşar; tabiatıyla dağınık bir manzara arzederdi. sanki mecrasını bulamamış, hangi denize akacağı meçhul bir dereydi...
pişmanlıklarla dolu kavgaları, geri dönüşü zor küskünlükleri, acımasız kahkahaları vardı. biraz şairliği, biraz da japon estamplarına ve bitpazarı antikalarına düşkünlüğü...
anlayacağınız, çizgiden çıkan bir yanı vardı: hep kendisi olarak kalmış, toplumun koyduğu kuralların, dayattığı kurumların hiçbirine teslim olmamış, yani kendisi için bir hayat kurup onu başkalarında kıskanmaya, insanlar arasına mesafe koymaya çalışmamıştı.
belki de marmara kıraathanesi'nin son atlısı idi. onunla birlikte yitip gitti.
*:mustafa kutlu, seyfettin'i severdik
incecik parmakları, şeffaf yüzü, üzerinde uzunçarşı'dan kaçmış bir parkayla bazan amerika'dan, bazan mançurya'dan gelirdi. parkasını yusuf'a satar, karşılığında gülücükler alır, o gülücükler erenler'in sarımtırak kubbesinden gül yaprakları gibi dökülürdü.
arkadaşları o alamet sobanın etrafına, ona sokulup, "anlat hele," der, o da anlatırdı. torbasında filimler, haberler, kitaplar, olmayacak arzular, patavatsız laflar, şakalar, fındık fıstık, en çok da koska mamulü kuş lokumları olurdu.
naz çeker, gözyaşı siler, dert dinlerdi. hiç olmadık yer ve zamanda, "kalkın sinemaya gidelim, karababa tekkesi'ne gidelim," derdi. birgün kanlıca sırtlarında ertesi gün çukurbostan'da olurdu.
yalnızlıktan korkar, yalnız yaşar; tabiatıyla dağınık bir manzara arzederdi. sanki mecrasını bulamamış, hangi denize akacağı meçhul bir dereydi...
pişmanlıklarla dolu kavgaları, geri dönüşü zor küskünlükleri, acımasız kahkahaları vardı. biraz şairliği, biraz da japon estamplarına ve bitpazarı antikalarına düşkünlüğü...
anlayacağınız, çizgiden çıkan bir yanı vardı: hep kendisi olarak kalmış, toplumun koyduğu kuralların, dayattığı kurumların hiçbirine teslim olmamış, yani kendisi için bir hayat kurup onu başkalarında kıskanmaya, insanlar arasına mesafe koymaya çalışmamıştı.
belki de marmara kıraathanesi'nin son atlısı idi. onunla birlikte yitip gitti.
*:mustafa kutlu, seyfettin'i severdik
O hikaye kitabında sevdiğim bir de Kambur Hafız ve Minare vardı,pek de sevmemiştim kitabı, Uzun Hikaye'den sonra.Başka da Kutlu okumadım zaten.Cesaret edemedim,hayal kırıklığı korkusundan...
YanıtlaSilB.Özkişi'nin galiba vardı Seyfettin'i Severdik'e benzeyen bir hikayesi ama emin değilim şu anda...
hikaye kitabı algısından olmalı. oysa denemeye daha yakındır.
YanıtlaSilmustafa kutlu'nun bütün kitaplarını okudum ve bu, yaptığım en iyi şeylerden biri gibi gelir bana.
size de tavsiye ederim.