29 Ekim 2009 Perşembe

şeftalili ays ti

karşımda sessizce oturuyor.

kendi ışığını yayan iki parça aydınlık gibi duran elleri, mavi gözleri, uçlara doğru kıvır kıvır altın sarısı saçları, siyah converseleri var.

ben de susuyorum.

o herkesten kaçıp saklandığı yere doğru yürümeye başlamış gibi.

oraya tekrar dönmesin, benden etkilensin, kalbinde bana dair bir ılıklık olsun diye hikayeler anlatıyorum. okuduğum kitaplardan, seyrettiğim filmlerden konuşuyorum. sanata, psikolojiye, felsefeye dair ne biliyorsam hepsini cümle içinde kullanmaya çalışıyorum.

babamı, çocukluğumu sunuyorum önüne.

o gülsün diye dünyanın bütün komikliklerini yapıyorum.

bunlar olup biterken, büyük bir koro ilhan irem ve feridun düzağaç'tan şarkılar söylüyor. ve biz 'şeftalili ays ti' içiyoruz. sadece onu içmek gibi bir oyunumuz var. belki de beni mahremiyetine dahil eden sadece bu oyundu.

yine karşımda sessizce oturuyor...

yine...

aynı şehirdeydik ama o gitti.

ben başka yerlerde de komiklikler yaptım, edebiyattan sinemadan konuştum, bazan yüksek insanlık idealleri üzerine nutuklar attım, ilhan irem yeni bir albüm yaptı, feridun düzağaç radikalde futbol yazmaya başladı.

ama neden bilmem en çok 'ice tea şeftali' içince aklıma düştü.

çok sonra anladım; "zamanın o anı"na tutunmayı başaramamıştık.

neyse, siz de biliyorsunuz ki bütün anlattıklarım gibi bu öykü de yalan.

bir tek 'şeftalili ays ti' doğru.

1 yorum: