tıpkı nehir gibi. bir nehir denize ölmeye gider gibi.
29 Ocak 2024 Pazartesi
yürüyüş
zaman zaman nehrin üstünde yansıyan görüntüleri kavuşup birleşse de nehri nehir yapan güçlü akıntının farkında, her biri farklı kıyıda, denize yürüdüler.
26 Ocak 2024 Cuma
günün sorusu: kutlama
otuz bir aralık akşam üzeri başlayan, saatler dört tane sıfırı işaret ederken doruğa ulaşan kutlamalarda insanlar neyi kutlar? eski yılın bitişini mi, yeni yılın gelişini mi?
23 Ocak 2024 Salı
kübra (2024)
kübra'yı okumadım ama hayal gücüne ve yeteneğine itimat ettiğim afşin kum'un iyi bir iş çıkarttığından şüphem yok.
herhangi bir sanat eserinde gündelik hayatın mantığını aramam. kurgunun kendi içinde mantıklı olması benim için yeterlidir. aksi takdirde bilim-kurgu okuyamazdık, seyredemezdik. hatta polisiye...
bunlar burada dursun.
*
başlayalım.
kübra'yı sevmedim. bir süredir merakla beklediğim hâlde son dönemde izlediğim en vasat seyirlik olduğunu söyleyebilirim.
bu bekleyişte sıcak kafa (2022) tecrübesinin etkisini inkar edemem. sonrasında yaşadığım hayal kırıklığında da.
olumlu cümleler kurabileceğim tek şey çağatay ulusoy'un oyunculuğu. bunun dışında başka da bir şey gelmiyor aklıma.
gökhan şahinoğlu/semavi karakterini kılık kıyafetinden, vücut diline, yüz ifadesinden konuşmasına, yalnızlığından suskunluğuna kadar iyi canlandırmıştı. "tanrım, beni neden terk ettin?" dercesine göklerden işaret bekleyişi nadir iyi anlar olarak belleğimde yerini aldı.
bir de, belki salih karakteri. onun da, oto kaportacıdan yoldaş müride evrilişi ve bu yolculukta tökezlemeyişi iyiydi.
bu tür hikâyelerin en büyük kozu olan yan karakterler ise bırakın anlatıya destek çıkmayı vasata bile yaklaşamıyordu. vakitsiz bir ölümle kaybedilmiş evladın suçunu tanrıya çıkarıp inançtan vazgeçmek ne kadar inandırıcı olsa da organ bağışı, organın yeni sahibinin hayat kadını oluşu klişe kere klişe tadı verdi.
yeni bir şey söylemeyen karanlık tipler, anarşist gençler, yoldan çıkmış akrabalar, "diziler biter sen kuş uçuşu'nu hatırla" dercesine sahne alan televizyoncu abla, karton emniyet müdürü hikâyeye süre doldurmak dışında katkı vermeyen rollerdi. sahi ne oldu da, acılı annenin çakraları açıldı?
bir de olayın siyasi yanı var tabiî... iyi oyunculuğa gerek yok. siyasetin ve siyasetçi tayfasının bayağılığı o kadar aşikar ki bu denli kötü anlatılmış bir hikâyede bile midenizi bulandırmaya yetiyor.
en kötüsü de finaldi. keşke sekizinci bölüm olmasaydı da böylesi 'ucuz' bir sona maruz kalmasaydık. her şeyi yapay zekayla açıklamak sadece kolaycılık değil 'ucuz' da.
keşke hiçbir açıklama yapılmasaydı, karakol baskını sırasında görülmüş bir rüya olsaydı her şey. daha kabul edilebilir olurdu.
hem de klişenin klişesi programcı çocuğa, onun her yerden fırlayan ingilizcesine katlanmak zorunda kalmazdık. bir netflix geleneği olarak "cinsel ve duygusal eğilimlerini hem cinsine yöneltmiş erkek birey" şartı yüzünden hikâyeye girmişse eğer salih bir kaç hülyalı gözlerle hayran hayran semavi'ye bakar sorun çözülürdü.
dilerim bu dizi, içi iyice çürümüş "taylan biraderler" putunun yıkılmasına da vesile olsun. vavien (2009) sıradışı bir başarı, güzel bir rüyaydı. sabah güne başlarken umut verdi ama bitti, gitti.
geriye, hâlâ o filmin ekmeğini yiyen, netflix'e sırtını dayayıp onların beklentilerine cevap vermekten başka bir yapmayan iki sinemacı kaldı.
21 Ocak 2024 Pazar
zamanımızın zenon paradoksu
erbabı zenon'u da, onun zenon paradoksu nam tagannilerini de bilir.
bazan "hedefe atılan bir ok hedefe ulaşamaz," der, bazan da "bir tavşan önündeki kaplumbağayı geçemez".
matematikten anlayan bir kızın bu tarz şeylerden habersiz bir şapşala, "beni asla dansa kaldıramazsın," dediğini de yazar gayriresmi tarih kitapları.
"çünkü, ilk önce aramızdaki mesafenin yarısını katedersin. sonra kalan yolun yarısını. sonra da kalanın yarısını... yani, bu 'yarı'lar hiç bitmez."
ama o dansın gerçekleşeceğini herkes bilir. paradoks olması da bundandır. ya da fiziğin geometriye galebesi...
geçen gün, "elealı zenon," dedim kendi kendime. "günümüzde yaşasa, şarj hâlindeki cep telefonlarını da katardı paradoks sepetine."
telefonlar şarj olurken bazı programlar çalışmaya ve enerji harcamaya devam etmiyor mu? şarj cihazı yüzde yüze tamam edecek enerjiyi cep telefonun bünyesine zerk edene kadar cep telefonu istese de istemese de bir miktar enerjiyi harcar. o miktarı halledinceye kadar biraz daha enerji harcanır. o azıcık miktar dolana kadar bir miktar daha harcanır ve hikâye uzar gider.
yine de, önünde sonunda ekranda 'yüzde yüz' belirir.
alın size paradoks.
13 Ocak 2024 Cumartesi
iyilik güzellik
"Beni sorarsan,
Kış işte
Kalbin elem günleri geldi
Dünya evlere çekildi, içlere
Sarı yaseminle gül arasında
Dağların mor baharıyla
Sis arasında
Denizle gül arasında
Yanımda kediler, kuşlar
Fikrinden dolaşıyor"*
*:gülten akın, kitap-lık, mart-nisan: 2003
11 Ocak 2024 Perşembe
teşekkürler, geç de olsa
"ilginize teşekkür ederim."
(bu geç 'teşekkür'ü sonra konuşacağız. ya da aradakileri atlayıp sona gidebilirsiniz.)
*
alper canıgüz'ün çok sevdiğim ve zaman zaman tekrar ettiğim cümlesini bozarak söylersem; tutkularım da güçlü benim, iradem de.
babamdan bana tevarüs eden özelliklerden biri de irade bence. babam bir konuda karar alır, sonuna kadar arkasında dururdu. galiba ben de öyleyim.
hayır, bu değil. aynı şeyi başka söylemek istiyorum: ben babamın oğluyum.
belki de bunun güveniyle doğal sınırlarım dışında kendime kural koymam. çünkü, üstesinden gelirim. "hayat ne getirirse getirsin üstesinden gelirim" diyecek kadar hem de.
iki şey müstesna: bilgisayar oyunları ve plak koleksiyonu.
çünkü ikisinin de sınırı olmadığını, olur da bu iki kuyudan birine düşersem kişilik özelliklerimden dolayı ikisinden de çıkamayacağımı biliyorum. bu nedenle başlayıp da bırakmaya çabalamak yerine elimi bile sürmedim. yani en başta sahip olmakla övündüğüm iradeyi bırakmak yerine başlamamakta gösterdim.
evet, anladınız. neşet ertaş'ın öldürme beni 45liğine duyduğum ilgi koleksiyonu genişletme ya da tamamlama arzusu değildi. o plağa sahip bir kadının vaadettiği manzarada başım dönsün istedim.
kaldı ki, sadece düğmeler ve kopçalar bahsinde değil uçuruma düşmekte de mahirim ben.
gördünüz: bir baş dönmesi için ne yiğitler diz çöküyor ya rab!
*
'teşekkür'e gelince.
zaman zaman burada bazı şeylerin reklamını yapıp karşılığında yüz dolar aldığımı biliyorsunuz. sabit fiyat bu. ürünün ne olduğuna bakmıyorum.
karbon salınımı, doğal ürün kullanılması, çevre kirliliği, az gelişmiş bir ülkedeki çocuk işçinin aylık ücreti, o ürünü alacak banka hesabı kabarık az gelişmişin kimliği ya da parasını helal yoldan kazanıp kazanmadığı, o haram paranın hangi aşağılık insan grubuna fayda sağlayacağı umrumda bile değil.
önemli olan yüz dolar. ne eksik ne fazla. yüz.
sahaf bir arkadaşım... ki, kendisi bir eşi öykücüde olan (evet, ben hediye etmiştim) korsan yayından çıkma bir yağmur köpeği- tom waits'i kişisel kütüphanesinden çıkarıp bana hediye etmiştir. şikayet olmasın da'yı bana ilk o dinletmiştir. nurullah abiyi tanımama vesile olmuştur.
ne diyordum? sahaf bir arkadaşım nereden bulduysa eline bir tır dolusu öldürme beni 45liği geçmiş. b yüzünde, sen benimsin ben senin ile komple.
"duruma bi' el atar mısın?" dedi. sonra da olaylar gelişti. yirmi dört saat içinde bütün plaklar satın alınmış ve imha edilmiş.
dükkanı açar açmaz iyi giyimli, zarafetini doğduğu günden bu yana kendisiyleymiş gibi yanında taşıyan bir kadın gelmiş ve imha edilmek koşuluyla bütün plakları satın almış. üstelik bunu kendisi için yapmıyormuş.
"hiç mi kalmadı?" diye sordum.
hiç kalmamış...
9 Ocak 2024 Salı
sağ sol belirsizliği
"sağı solu belli olmaz insan"lardan konuşalım istiyorum. adamın dengesini bozan, endişeye boğan insanlardan...
/elbette ruhu hastalar, bir satranç oyuncusu gibi ölçüp biçerek oradan oraya savruluyormuş gibi yapanlar konu dışı. allah ilk gruba ferahlık, ikinci gruba ise beterini versin./
"sağı solu belli olmaz"ların yanlış anlaşıldığını düşünüyorum çünkü. onların bu hâllerinin anlaşılmadığını, çoğu zaman da "dengesiz" sıfatıyla aşağılayan, ayıplayan nazarlara maruz kaldıklarını görüyorum.
oysa görüp görebileceğiniz en samimi insanlardır onlar. çünkü içlerinden geldiği, o an hissettikleri gibi davranıyorlardır sadece. onlara güvenebilir, bluzunuzun kilolarınızı saklayıp saklamadığını sorabilir, "o yavşak tıraşı"nın size gidip gitmediğini öğrenebilirsiniz.
doğrudur, bu halleriyle bir anı diğerine uymayan, nerde nasıl davranacağını bilmeyen küçük çocukları hatırlatabilirler. doğrudur, toplumun ahlâksız saygı kurallarını, birlikte yaşamanın temel kaidelerini bilmiyor görünebilirler. ama en azından dürüsttürler.
davranışlarını çıkarları, kâr zarar hesapları belirlemez. hisleri harita, kalpleri pusuladır.
7 Ocak 2024 Pazar
zeyl ya da iki hırka daha
bir oğlunu daha toprağa veren ciritçi abdullah, evladından uzun yaşamış bir babanın tartıya gelmez acısıyla bozkırı aşmaya, kendini unutmaya çalışırken hatırlamıştım mecnun'un ev içlerinde giydiği hırkayı.
*
ama iki hırka daha var ki, bahsetmeden olmaz.
itiraf ediyorum: ikisi de kendini dayattı. belki de hırka bahsi eksik kalmasın diye zihnimin kapısından, kalbimin pencere önünden ayrılmadılar.
*
ilki, kült ne demekse onun içimdeki karşılığı olan filmden, the big lebowski (1998) filminden.
kendi hâlinde takılmaktan başka bir iş yapmayan, her şeyin başlangıcında, olayların merkezinde olmasına rağmen sanılanın aksine filme adını bile vermeyen 'the dude' jeffrey lebowski'nin hırkası.
bir sürü lebowskifest'ten sonra en son iki bin on yedi martında, john goodman şöhretler kaldırımında yerini alırken görüldü.
jeff bridges, the big lebowski'de walter sobchak karakterini de canlandıran john goodman'ı üzerinde ikonik hırkası ile onurlandırdı.
ikincisi ise, babamın montu kadar olmasa da kişisel bir hikâye.
hiçbir zaman saklamadığım bir hayalde adı gibi dergâh yayınevinin cümle kapısından girip mustafa kutlu'nun elini öpmek, çayını içmek isterim. bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. ne onun -artık hacı- ellerini öptüm ne çayını içtim. biraz yolum oraya düşmediği biraz da okuru olmak yettiği için hayal olarak kaldı.
başkasının yalancısı olduğum bir hikâyede, eskimeye yüz tutmuş bir hırka sadece onun oturduğu koltuğu değil yayınevini ve bütün bir coğrafyayı koruyup kolluyor.
ben de, o hırkanın hayatımızdan eksilmeyen varlığıyla ve belki de gerçekleşmeyecek bir hayalle avunuyorum.
3 Ocak 2024 Çarşamba
konum - on bir
mecnun'un hırkası* ile ciritçi abdullah'ın hırkası** arasında bir yerlerde.
*:leyla ile mecnun (2011-2023)
**:gönül dağı (2020- )