sonuna kadar açtığı, şehrin her gün yağmur yağdıran iklimi yüzünden yosun yeşili bulaşmış kanatlarıyla havalanmak, gökyüzünün mavisine doğru uçup gitmek gibi beyhude ve sonu gelmez bir isteğe kapılmış taştan kuş heykeli.
18 Ağustos 2016 Perşembe
17 Ağustos 2016 Çarşamba
can borcu
la grande bellezza (2013) ile -ki sorsalar, ilk filmi derim. cemâziyelevvelini bilenlere selam olsun- bizi ezip geçen, yoluna devam etmeden önce de üzerimizde tepinen paolo sorrentino, bir sonraki filmi youth (2015) ile gönlümüzü başka türlü kazanmıştı: diego armando maradona...
çünkü bu ufak tefek adam yalnızca bütün zamanların en büyük futbolcusu değil "kahramanlarım"dan biridir. kendisi için, arkasında maradona yazan on numaralı arjantin formasına rastlarım belki diye ikinci el giysi yığınlarını karıştırmışlığımız vardır.
az sayılmayacak rolünün arkasında bir hikaye saklıymış meğer.
sorrentino on altı yaşındayken ailesini kaybeder. ailesiyle sık sık gittikleri dağ evinde ısıtma sistemindeki bir arıza yüzünden olur bu. ama o, o gün onlarla değildir. çünkü "maradona'ın napoli'si"ni seyretmek için şehirde kalmıştır.
yani maradona farkında olmadan sorrentino'nun hayatı kurtarır. sorrentino da borcunu böyle ödemeyi seçer.
çünkü bu ufak tefek adam yalnızca bütün zamanların en büyük futbolcusu değil "kahramanlarım"dan biridir. kendisi için, arkasında maradona yazan on numaralı arjantin formasına rastlarım belki diye ikinci el giysi yığınlarını karıştırmışlığımız vardır.
az sayılmayacak rolünün arkasında bir hikaye saklıymış meğer.
sorrentino on altı yaşındayken ailesini kaybeder. ailesiyle sık sık gittikleri dağ evinde ısıtma sistemindeki bir arıza yüzünden olur bu. ama o, o gün onlarla değildir. çünkü "maradona'ın napoli'si"ni seyretmek için şehirde kalmıştır.
yani maradona farkında olmadan sorrentino'nun hayatı kurtarır. sorrentino da borcunu böyle ödemeyi seçer.
14 Ağustos 2016 Pazar
seslerim
adını söyledim.
sadece adını.
sonunda nokta değil noktalar varmış gibi.
bıraktım heceler havada uçuşsun, yankısını araya araya sussun.
sadece adını.
sonunda nokta değil noktalar varmış gibi.
bıraktım heceler havada uçuşsun, yankısını araya araya sussun.
12 Ağustos 2016 Cuma
günün sorusu: bilmek
doğrunun ne olduğunu unutmayı seçenler yeri ve zamanı geldiğinde herhangi bir şeyin yanlış olduğunu görebilir mi?
9 Ağustos 2016 Salı
acı
cahit zarifoğlu'nun 'her şeye değer ve yeter' yaşamak'ı "ne çok acı var" cümlesiyle başlar. hem kitabı hem bu cümleyi yıllardır yanımda taşıyorum.
kitap, beni ben yapan kitaplardandır. cümle ise, "yeni doğmuş bir çocuğun ağlaması"ndan "dünyanın saldırısına maruz kalan bir şair imgesi"ne kadar bir çok hâlin ifadesi. çünkü hayat, ne zaman bundan daha kötüsü olamaz desek daha kötüsünü bir yerlerden bulup çıkartır.
tatar çölü'nün beni en çok ağlatan yerinde derkenara, "ne çok acı var" yazışım bugün gibi aklımda. gençtim. hatta çocuk. hem dino buzzati'nin acımasız gelecek öngörüsü yüzünden ağlıyor hem de gelecekteki kendime bir çeşit not düşüyordum.
şimdi, iki bin on altı yılının ağustosu. nuri pakdil'den bir yazarın notları'nı okuyorum. artık çocuk sayılmam. hatta büyüyen değil yaşlanan bir adama dönüştüğüm bile söylenebilir. arada acının manası da değişmiş olmalı: artık kişisel değil, evrensel.
o kitapta, muhtemelen bir gazete haberinden sızan bir cümleye rastladım: "deprem bölgesine sürekli kar yağıyor."
evet, "ne çok acı var".
çünkü hayat, ne zaman bundan daha kötüsü olamaz desek daha kötüsünü bir yerlerden bulup çıkartıyor.
ve cahit zarifoğlu'nun başlattığını dava ve kader arkadaşı nuri pakdil tamamlıyor.
kitap, beni ben yapan kitaplardandır. cümle ise, "yeni doğmuş bir çocuğun ağlaması"ndan "dünyanın saldırısına maruz kalan bir şair imgesi"ne kadar bir çok hâlin ifadesi. çünkü hayat, ne zaman bundan daha kötüsü olamaz desek daha kötüsünü bir yerlerden bulup çıkartır.
tatar çölü'nün beni en çok ağlatan yerinde derkenara, "ne çok acı var" yazışım bugün gibi aklımda. gençtim. hatta çocuk. hem dino buzzati'nin acımasız gelecek öngörüsü yüzünden ağlıyor hem de gelecekteki kendime bir çeşit not düşüyordum.
şimdi, iki bin on altı yılının ağustosu. nuri pakdil'den bir yazarın notları'nı okuyorum. artık çocuk sayılmam. hatta büyüyen değil yaşlanan bir adama dönüştüğüm bile söylenebilir. arada acının manası da değişmiş olmalı: artık kişisel değil, evrensel.
o kitapta, muhtemelen bir gazete haberinden sızan bir cümleye rastladım: "deprem bölgesine sürekli kar yağıyor."
evet, "ne çok acı var".
çünkü hayat, ne zaman bundan daha kötüsü olamaz desek daha kötüsünü bir yerlerden bulup çıkartıyor.
ve cahit zarifoğlu'nun başlattığını dava ve kader arkadaşı nuri pakdil tamamlıyor.
5 Ağustos 2016 Cuma
köşe
her türden ilişkide, en çok muhatabımın ilişkinin başındaki hâlini, yani kalıbından yeni çıkartılmış buz gibi hâlini severim.
hani henüz köşeler sivri, kenarlar bıçak gibi keskindir. ama buzdur, kendisidir.
zamanla tıpkı erimeye başlayan buzun köşelerinin, kenarlarının kaybolması gibi onu o yapan özellikleri unutur ve denizini arayan suların yıllarca yıkadığı dere kenarındaki çakıl taşları gibi oval, düzgün, pürüzsüz bir hâl alırlar. huzurlu, uyumlu, herhangi bir pürüzden uzak. ne kadar konforlu ne kadar da huzurlu...
oysa ben yeni model arabalardan nefret eder eski model arabaları severim. ve bunun ruhumun eski zamanlara takılıp kalmasıyla en ufak bir ilgisi yok. sadece, ekonomi ve ergonomi düşkünü mühendislerden aldıkları referanslarla hızı, yakıt tasarrufunu ya da rüzgarı bahane ederek köşelerden vazgeçen, aslında satışları düşünerek vasati zevke oynayan otomobil şirketlerine duyduğum öfke ile ilgili.
sanırım ilk kitap ya da ilk filme duyduğum ilgi de bu yazı içinde kendine yer bulabilir. çoğu yazar için kendisi olarak yazdığı son kitaptır ilk kitap. daha sonra herkes gibi yazacak, kaleminin, duygularının gücünden çok ana akım edebiyatın vaaz ettikleri ile okura yazacaktır.
doğrudur, öylelerinin çok sevildiği. ama kendisi gibi değil. herkes gibi.
hani henüz köşeler sivri, kenarlar bıçak gibi keskindir. ama buzdur, kendisidir.
zamanla tıpkı erimeye başlayan buzun köşelerinin, kenarlarının kaybolması gibi onu o yapan özellikleri unutur ve denizini arayan suların yıllarca yıkadığı dere kenarındaki çakıl taşları gibi oval, düzgün, pürüzsüz bir hâl alırlar. huzurlu, uyumlu, herhangi bir pürüzden uzak. ne kadar konforlu ne kadar da huzurlu...
oysa ben yeni model arabalardan nefret eder eski model arabaları severim. ve bunun ruhumun eski zamanlara takılıp kalmasıyla en ufak bir ilgisi yok. sadece, ekonomi ve ergonomi düşkünü mühendislerden aldıkları referanslarla hızı, yakıt tasarrufunu ya da rüzgarı bahane ederek köşelerden vazgeçen, aslında satışları düşünerek vasati zevke oynayan otomobil şirketlerine duyduğum öfke ile ilgili.
sanırım ilk kitap ya da ilk filme duyduğum ilgi de bu yazı içinde kendine yer bulabilir. çoğu yazar için kendisi olarak yazdığı son kitaptır ilk kitap. daha sonra herkes gibi yazacak, kaleminin, duygularının gücünden çok ana akım edebiyatın vaaz ettikleri ile okura yazacaktır.
doğrudur, öylelerinin çok sevildiği. ama kendisi gibi değil. herkes gibi.
2 Ağustos 2016 Salı
motivasyon
"beni korkutuyorsun!.."
bunun yalnızca roman ya da filmlerde karşımıza çıkan bir isyan kışkırtması ya da baştan çıkartma girişimi olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
gündelik hayatta da insanı bundan daha çok motive eden bir cümle zor bulunur.
bunun yalnızca roman ya da filmlerde karşımıza çıkan bir isyan kışkırtması ya da baştan çıkartma girişimi olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
gündelik hayatta da insanı bundan daha çok motive eden bir cümle zor bulunur.