16 Haziran 2012 Cumartesi

bloomsday

yüreği dublin için atan, roman kavramını yeniden tanımlayan irlandalı yazar james joyce, ünlü eseri ulysses'ta üç dublinlinin; stephen dedalus, leopold bloom ve bloom'un karısı molly bloom'un hayatlarındaki bir günü, yani '16 haziran 1904' gününü anlatır.

romancı arnold bennet'ın, "olabilecek en sıradan gündü neredeyse," dediği bu gün, zamanla joyce uzmanları ve hayranlarının, tıpkı joyce'un kendisi gibi 'bloomsday' adını verecekleri, her yıl birbirlerine tebrikler göndererek kutlayacakları bir güne dönüşür.

'bloomsday'in, joyce ile daha sonra karısı olacak nora barnacle'ın ilk kez buluştukları gün olması da ihtimal dahilinde.

homeros'un odissea'sı ile paralellik taşıyan ulysses, savaş dönüşü inanılmaz maceralar yaşayıp, yıllarca evinden uzak kalan mitoloji kahramanı yerine, dublin sokaklarında gün boyu dolaşan bloom ve dedalus'u anlatır. ve roman, yani 'bloomsday,' penelope'ye gönderme yapılan son bölümde bloom'un karısı molly'nin tiradı ile son bulur.

9 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

ulysses kitaplığımda yıllardır duruyor. bir zamanlar başlayıp 100 e yakın sy okumuştum ama bırakmıştım. onu okuyabilmek için bir kitaplık daha kitap okumam gerekiyor gibi geliyor. daha zmanım var yani..

N.Narda dedi ki...

Joyce,sevdiğim ikinci İrlandalıdır. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'ni okumuştum; S. Dedalus demek Ulyses'de de var. Hım...Ulyses'i zor bir metin olarak tanıtıyorlar ama keyifli bir okuma olacağından eminim.

verbumnonfacta dedi ki...

ulysses, ana dilim ingilizce değil, ingilizceyi ana dilim gibi kullanamıyorum üzgünlüğü yaşadığım kitaplardandır. tıpkı, tutunamayanlar, saatleri ayarlama ensitüsü,kara kitap'ı çeviriden okumak zorunda kalanlar için duyduğum üzgünlük gibi.

ama nevzat erkmen'in incelikli çevirisi bu üzgünlüğü biraz olsun kırar. ve kendilerine yol haritası arayanlar için bizzat nevzat erkmen'in yazdığı bir ulysses sözlüğü de mevcut.

ben ulysses'i dönem ödevi ya da bitirme tezi olarak görmediğim, sadece okumanın verdiği hazza talip olduğum için, dahası ona pazar bulmacası tavrı yapmamak adına okudum ve geçtim. bu yüzden göndermeleri değil ama olayları net hatırlıyorum. mesela beşinci bölüm konu olarak en sevdiğim bölümdür: kahvaltıdan sonra evden çıkan bloom'un liffey nehri boyunca yürüyerek postaneye, kiliseye ve eczaneye gittiği karısı molly için cilt losyonu ve ve limon sabunu aldığı bölüm. ve bilirim, postaneye tanımadığı bir kadından gelen mektubu almaya giderken yakalanma ve takip edilme korkusu yüzünden yolu uzattıkça uzatmıştır.

can çektiği bir gün alıp okunmalı, eğer olmuyorsa unutuluşa terkedilmeli.

@n.narda,

beckett mı, diye sormadım. söyledim.

N.Narda dedi ki...

Wilde :)Beckett'la uzaktan bakışıyoruz henüz.

verbumnonfacta dedi ki...

beckett olduğundan o kadar emindim ki, kendi birincimi söylemedim bile. (bkz: sırf payımıza bohemlik düştü diye yediğimiz fırça.)

elbette, oscar wilde. oscar ile gray. m.e.b yayınlarından hikayeler. en derinden yükselen şarkı de profundis... anlayacağınız oscar'ın olduğu yerde ikinciden bile bahsedilemez.

N.Narda dedi ki...

Fırça değildi o; emin olun fırçalamak isteseydim, karşınızda çemkiriyormuşum gibi hissederdiniz:) (Yazarken de, konuşurken olduğu gibi sivri dilliyim sanırım.) Fırça değildi ama anlayamadığım bir şeyden bahsettiğiniz için sinirlenmiş olabilirim. “Şiir olamayan kadın”… “Arabesk”e kaçan bir ifade değil mi bu? Neyse. Süslemelere karşıyım sanırım. Belki de ben fazla realistim.

Wilde’ın Fairy Tales’i çok hoşuma gitmişti. Profundis, o upuzun cümlelerine rağmen daha çok hoşuma gitti. Bohemliğe gelince, ne Wilde’ı ne de başkasını yargılayacak konumda değilim. Yadırgamak belki, belki üzülmek, ama insan kendini tanıdıkça pek de matah bir şey olmadığını gördükçe, diline pelesenk ettiği düsturları sadece ağzıyla söylediğini fark edince… Neyse.

verbumnonfacta dedi ki...

'bohem' demekle bir hata yapmış olabileceğimi düşünsem de, bir defa olsun sivri dilli olduğunuzu düşünmedim. öyle olduğunuz anlar varsa bile, yazının sesten ve mimikten yoksun ruhsuzluğuna(!) yüklemiş üzerinde durmamışım galiba.

yazının zirvesi sayılan şiire, 'arabesk' diyerek bir dudak kıvrılması eşliğinde baktığınızı görmezden gelerek, orada kadına dair bir yüceltme hali vardır diyeceğim ve ekleyeceğim: kadın olsam ben de şiir olmak isterdim. öykü kahramanı, roman, müze... çünkü masumiyet müzesi'ni dolaşırken gelmişti aklıma bu cümle.

sıfat olarak ilk önce 'arabesk'i bulmanız ise bu bloga sirayet eden melonkolik havadan olmalı. her ne kadar "eğlenceli bir adamım," desem de yazı dilinde kelimelerimin duygusal akort bastığı doğrudur.

'neyse'den önce gelen ilk cümleyi benim adıma da yazdığınızı varsayıyor, teşekkür ediyorum.

yine de, 'çemkirmek' demeseydiniz iyiydi :)

N.Narda dedi ki...

İtiraz şerhlerimi yazmasam olmazdı.

1. Her Türk genci gibi 15-25 yaş arası şair geçinmiş biri olarak şiire dudak kıvrılması eşliğinde bakmam, hiç değilse, bir zamanlar gönlümü kıpır kıpır etmiş şiire karşı vefasız olduğumu söylemek olur, ki asla ve kat’a. Orada atladığınız (ya da atlamayı tercih ettiğiniz) bir şey var: Kadının şiir gibi olması betimlemesi, benzetmesi, sizin deyiminizle şiir olmak istemesi tabiridir arabesk bulduğum, şiirin kendi değil. Bunun iki sebebi olabilir, kendi bilinçaltımı yoklarsam:

a. Günümüzde şiir- tıpkı benim de üniversitedeyken yaptığım, yerel gazetelerde yayınlanınca olmuş saydığım gibi- çok ayağa düştü. (Şiirde çok kullanılan klişelere ve böyle sıradan işlere, A.Ural arabesk tabirini kullanır,oradan aklımda kalmış olacak)İyi şiir yazılmıyor, yazılan iyi şiir, okunmuyor. (İyi şiir tehlikeli de aslında. Belki bu yüzden, uzun zaman şiirden uzak da durduğumu pek çok yerde itiraf etmişimdir :) Bu konuda bitirmenin kısmet olmadığı bir dosyamız bile var arkadaşlarla.)

Ve evet,blogunuzdaki havada melankolikliğe yakın bulduğum bir şey var. Ama içinde barındırdığı diğer şeyler melankoliden daha baskın ve değerli. O yüzden vaktimi harcıyorum burada :)

b. Kadını yüceltme amacında olduğunuzu yazılarınıza göz gezdirmiş biri olarak tahmin etmem zor değil. Günümüzde kadın o kadar çok “şey” oldu ve olması istendi, hatta hepsi birden olması istendi ki (elbette ki istek sahipleri erkeklerdi) artık canım sıkılıyor bu ve benzeri şeyleri okudukça. Hem erkek gibi kuvvetli,dayanıklı, katı, onunla işte-güçte boy ölçüşebilecek, hem de seksi, narin,bakımlı,işveli,duygulu,merhametli…olacak. Belki bir süre olabilir böyle bir “mix” ama nereye kadar? Bu arada kadın ne hale gelecek? Feminizmle tam bir ilgisi de yok yazdıklarımın (düşüncelerimin). Açarsam çok uzayacak; ama bunun ne yeri, ne de zamanı. Üstelik bunu yapmak da istemiyorum. Bağlarsam, her kadın zaten –yaratılıştan- şiir gibidir , bazıları da tam şiirdir. Ve herkes şiirden anlamaz.

Çemkirme konusuna gelince; “sivri dilim” ile hep doğruları (bir eksiklik olarak;olur olmaz yer ve zamanda) söylediğimde,ya da hayır demeyi becerdiğimde uzaklaşılan bir insan, bir kadın olarak bilinçaltıma yerleşmiş bir abartı olabilir :)

verbumnonfacta dedi ki...

görüldüğü üzere mahkeme kararını beklemeksizin itiraz metnini yayınladım.

'buna değer' bulduğunuz için teşekkür ederim.

ben şanslıymışım, yazamadığımı ve yazamayacağımı bildiğim için o işlere hiç girişmedim. en fazla uzun, upuzun mektuplar yazdım.

kadın, kadın olarak kalsın. bu bana yeter. eminim herkese de...
(aslında bilim olmayan başka türlü sosyal bilim spekülasyonlarına girmeyelim n'olur)

'çemkirmek'in anılması bambaşka bir nedenden :)) ve 'mütevellit' diye devam eder. oradan yirmi beş otuz beş yaş arası kadınlara, özlem tekin-şebnem ferah ayrımına, 'şebo'ya gider ki, bu bambaşka bir şey demektir.